guia de estambul ve insan ile din bilgisi77

guia de estambul ve insan ile din bilgisi77

 en güzel bilgileri yine sizlere guia de estambul yazdı ve guia de estambul diyokri Haramlardan sakınan, dünyâya aldanmamış olur. Alla-u teâlâ, dünyâda hiçbir zevki, hiçbir lezzeti yasak etmedi. Bunla-n, azgın, taşkm, zarmh olarak kullanmağı harâm etdi. Gösterdiği, laideli, edebli şeklde kullanılmasını emr etdi.]
Sûrî [zâhirî, gözle görünen] kemâlâtm [yüksekliklerin, men-fe’atlerin] ve ma’nevî [görünmiyen] makamlarm hepsi Muham-med aleyhisselâmdan gelmekdedir. Bedenle yapdacak ve sakmı-lacak işler, ibâdetler. Ondan bizlere âlimler yolu ile geldi. Bâtının [kalbin] ilmleri, esrârı, söfiyye-i kiram vasıtası ile gfldı. Ebû Hürevre “radıyaUahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem” iki dürlü ilm aldım. B lardan birini sizlere bildirdim. İkincisini bildirmiş olsam, be-^^Idürürdünüz.) Ömer “radıyaUahü anh” vefât edince, oğlu Ab^üUah, (İlmin onda dokuzu öldü) dedi. Ba’zılarmın

makdır. Hayz ve nifâs bilgisi değildir) dedi. Allahü teâlâmn rızâ-sına, sevmesine kavuşduran yolların hepsi, Resûlullahdan gelmiş-dir. Velfler, üstâdları vâsıtası ile aldılar. Hiçbiri, yollarını kendileri açmadı. (Nefehât)da, molla Câmî diyor ki, (Fenâ ve Bekâ kelimelerini ilk söyleyen, Ebû Sa’îdilharrâzdır'^'.) Feyzler, Resûlulla-hm mubârek kalbinden almmışdır. İsmleri sonradan konmuşdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Bi’setden [kırk yaşmdan] evvel, mubârek kalbi ile tefekkür ederdi. Allahü teâlâya teveccüh etmek ve nefy ve isbât [Kelüne-i tevhîd] yapmak ve mürâkabe yapmak, zemân-ı se’âdetde ve Eshâb-ı kirâm zemânında yokdu demek doğru değüdir. Meşhûr olan sükûtü zemânlarında, bunlarla meşgûl idi. Bu ismler, o zemânda yok idi ise de, kendileri vardı. Mubârek kelâmlan ilm, sükûtları fili idi. Teveccüh ve mürâkabe, bu fikr kelimesine dâhUdir. Tefekkür, fikrin [düşüncenin] bâtıldan hakka gitmesidir. (Bir mikdâr tefekkür, bir sene ibâdetden hayrlı-dır) hadîs-i şerifi meşhûrdur. O zemân bunlar yokdu diyenlerin dehl, vesika göstermeleri lâzımdır.
Nefy ve isbât ismini Abdülhâlık Goncdüvânîye'^* Hızır aleyhis-selâm öğretdi. Hızır aleyhisselâm, elbet, bid’at olan, nûr ve ziyâ bulunmıyan, derdlere devâ olmıyan şeyi öğretmez. (Allahü teâlâ-nm rızâsına kavuşduran yolların hepsi, Resûlullahm nûrlanndan alınmış. Onun esrârmdan damla olduğuna göre, niçin yollar farklı olmuş, sahvlar, sekrier, telvînler, temkinler ve islâmiyyete uymuyor görünen [şath] sözler birbirlerine benzemiyor) denilirse, cevâbında deriz ki, bu ayrılıklar, isti’dâdlann farkından, insanlara yaratıhşlanndaki farklardan hâsıl olmuşdur. Aynı gıdânın, aynı devânın insanlara te’sîrlerinin başka başka olmalan gibidir. Aynı insanın muhtelif aynalarda, farklı görünmesi de böyledir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, ma’nâlan ve esrân, Eshâbı-nın, isti’dâdlarma, kâbihyyetlerine göre, muhtelif şeklde bildirirdi. Su, konulduğu kabın şeldini ahr. Aynı su, muhtelif şekllerdeki kaplarda, o kabın şeklinde görünür. Hadîs-i şerîfde, (Herkese, akllan alacak kadar söyleyiniz!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” birgün Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” esrârdan anlatıyordu. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” yanlarma gelince, sözü değişdirdi. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” gelince, da-hâ da değişdirdi. Alî “radıyallahü teâlâ anh” gelince, başka şeyler anlatmağa başladı. İsti’dâdları, fıtratları başka olduğu için, böyle yapdı.
-Un cevâbına gelince, silsilelerin [yollann] hepsi, il K ’toSâdıkdan gelmekdedir “radıyallahü teâlâ anh”'". Bu u voia bağlıdır. Birincisi, dedelerinin yolu olup. Alîden İ^’IahU teâlâ anh” gelmekdedir. İkincisi, anasından gelen, de-iilinyo'uolup.Sıddîk-I ekberden “radıyallahü teâlâ anh” gel-Ukdedir. Bu iki zahirî ve ma’nevî vilâdetden dolayı, bu büyük (Ebû Bekr beni iki kerre hâsıl eyledi) buyurdu. îmâmdaki j da yol, birbirinden ayrıdır. Ba’zı Evliyâya, İmâmdan, Sıddîk-ı Itberinyolu, diğer silsilelerin Evliyâsına, Alî kerremallahü vecheh )lu verildi.
Birincisi^ dm-i husûlîdir. Etrâflı anlamakdır. İkincisi, idrâki ba-Olup etrafı yokdur. Çünki, burada hâzır olan Hakdır. İnşân, fâ-elnıuşdur. Birincide nefs, inkâr etmekdedir. Çünki nefs ve kötü sıfatlan mevcûddur. Onun inâdı ve arzûlan yok olmamışdır. Taşkınlıkdan ve azgınhkdan kurtulamamışdır. îmân varsa, görü-nüşdedir. Ameller, ibâdetler şekldedir. Nefs, küfründe devâm et-mekde, Mevlâsına [Sâhibine] düşmanlıkdadır. Hadîs-i kudsîde, (Nefsini, düşmanın bil! Çünki o, bana düşmandır) buyuruldu. Bu nıa’rifete (îmân-ı mecazî) denildi. Bu îmân yok olabilir. İkinci ma’rifetde, insan yok olduğu için, nefs îmâna gelmişdir. Bu ma’rifet lîmâni vok olmaz. Buna (Imân-ı hakikî) denir. Ameller de, hakîkî olur Hadîs-i şerîfde, (Yâ RabbK Senden, sonu küfr olmıyan ^ stivorum) buyuruldu. Nisâ sûresinin 136. e. (Ey
edilmekdedir. îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel^", Umde ve ictihâdda en yüksek derecede olduğu hâlde, Bişr-i HâfîTnin kapısına giderek, bu ma’rifete tâlib oldu. Sebebi soruldukda, o Hak teâlâya benden dahâ çok ârifdir dedi. Ebû Hanîfe Nu’mân-ı Kûfî “rah-metullahi aleyh”'"', ömrünün son iki senesinde, ictihâdı bırakarak, uzlet eyledi. Vefâtından sonra, rü’yâda, (Son iki sene olmasaydı, Nu’mân helâk olurdu) dedi. Uzletinin sebebi, bu ma’rifeti te-mâmlamak idi. Bu ma’rifetin neticesi olan, îmânm kemâline kavuşmak idi. Yoksa, Umde ve amelde, derecesi çok yüksek idi. Hiçbir amel, ictihâd derecesine ulaşamaz. Hiçbir ibâdet, ders vermek makâmma varamaz. Amellerin kemâü, îmâmn kemâline bağlıdır. İbâdetlerin nûrâniyyeti, ihlâsın mikdânna bağlıdır. îmânm kemâli ve ihlâsın mikdân da, ma’rifete bağlıdır. Bu ma’rifet ve rmân-ı hakîkî fenâya ve ölmeden evvel nefsin ölmesine bağlı olduğu için, fenâsı çok olanın, îmânı kâmil olur. Bunun için, Sıd-dîk-ı ekberin îmânı, bu ümmetin îmânlan toplanundan fazla oldu. Hadîs-i şerîfde, (Ebû Bekrin îmânı, ümmetimin îmânı ile dartılsa, Ebû Bekrin ûnânı fazla gelir) buyuruldu. Çünki, fenâda, benzeri yok idi. Hadîs-i şerîfde, (Yürüyen ölü görmek isterseniz, Ebû Ku-hâfenin oğlunu görünüz!) buyuruldu. Ebû Bekrin fenâya misâl gösterilmesi, fenâdaki kemâhne delîldir. Çünki, Eshâb-ı kirâmın hepsinde fenâ hâsıl olmuşdur. Bu ma’rifet kimde hâsU olursa, müjdeler olsun! Nerde bulunursa, oraya koşmalıdır. Ne yazık ki, aranUması lâzım olan terk edUiyor. Tahribi emr olunan, ta’mîr edihyor. Kıyâmet günü, hangi yüz ve hangi özr ile hesâb verilecek?
İKİNCİ CİLD, 62. ci MEKTUB
İnsâmn şerefi, îmân ile ve ma’rifet iledir. Mal ile ve mevki’ ile değildir. îmânm kuvvetlenmesine çalışınız! Ma’rifet derecelerinde yükselmeğe gayret ediniz! Hadîs-i şerîfde, (Âhiret için çalışa-m, Allahü teâlâ, her arzûsuna kavuşdurur. Yalnız dünyâ işleri ar-dmda koşanlan helâk eder) buyuruldu. Geçim sıkıntısı olanın, bir işde çalışması câizdir. Kazanırsa, iyi olur. Kazanamazsa, bu işin üzerine düşmemelidir. Uğraşmasının sonu gelmez. Zaran artar.
ni AhmpH iKni941 fm 8SSİ Rn&Hâdda vefât etdi.
İKİNCİ CİLD, 63. cü MEKTUB
guia de estambul yazdı ve sundu..