estambul tours ve islam savasları34

estambul tours ve islam savasları34

 evet sizlere yarında diger günde estambul tours yazıyor ve estambul tours diyorki Daha sonra Hz. Ali, yaratmanın nasıl gerçekleştiği konusunda, kendince yaklaşımlar geliştirmektedir. Buna göre,
 estambul tours
Allah önce yoktan (nıin gayri şey) nuru yaratmış, nurdan zulmeti, zulmetten yakutu yaratmış, -yakut yer ve göklerin sertliği gibi sert yaratılmıştı-, sonra yakutu azarlamış, yakut Allah’ın heybeti ile erimiş ve akıcı bir su hâline gelmiş, kıyamete kadar da öyle kalacaktır. Sonra arşını nurundan yaratmış ve onu suyun üzerine yerleştirmiştir. Hz. Ali daha başka ayrıntılar içeren bu ifadeleri ile Arşı suyun üstündedir’ (Hud, u/y) ayetini açıklamaya ve Ka’b’ı eleştirmeye devam etmiş, sonunda da Hz. Ömer, Hz. Ali’yi takdir ederek gülmüş “ve işte durum bu, Uim böyle olur, senin ilmin gibi değil Ka’b!” demiş ve ilâve etmiş, “yaşadığım zaman içerisinde Ebu’l-Hasan gibi kimseyi görmeyeceğim.” (El-Askeri 333)

Mu’tezile, Allah’ın meşîetini, insanın iradesini/özgürlüğünü esas alacak nitelikte yorumlamıştır.
İnsan iradesini yok sayan yaklaşıma karşı Mutezile, Kaderiyye/ Cebriyye ve Mürcie’ye lânet edildiğini ifade eden hadisi önemli bir îşiman olarak kullanmaktadır.®'^'
Mu’tezile, Allah’ın iradesini sınırlamış ancak Ehl-i Sünnet, ayetlerin mutlak ifadeleri gereği insan iradesini, Allah’ın iradesi altında %rlendirmiş ve Allah’ın mutlak iradesini, “Dilediğini yapandır.” ^'ayetine
insanın iradesi, Allah’ın meşîeti altındadır. Allah’ın dil madan, insanın dilemesinden söz edilemez. Kitap, insanın'*'^’’’ lerinin, esasta Allah’ın istedikleri olduğunu belirtmektedir Kendi iradesi ve meşîetinin, Allah’ın meşîetinden ayrı ola ileri süren kişi, rubûbiyet iddiasındadır ve Ebu’l-Muîn en-Nesç^!"'' kayıtlarına göre, Hz. Ali’nin de ifade ettiği gibi küfre girmişd,.!,^'' Ehl-i Sünnet’in benimsediği bir haberde Hz. Ali, kendisin derle ilgili soru sormak isteyen kimseye kader konusunu tartişn,j tan vazgeçmesi gerektiğini söylemiş ancak bu şahsın ısrarlı taiçp|! karşısında Hz. Ali ile sözü geçen şahıs estambul tours arasında aşağıdaki diyai^ yaşanmıştır. Bu diyalogda Hz. Ali soru soran taraftır: ^
-Allah seni kendi istediği gibi mi yarattı, yoksa senin istedi» ^
-Allah kıyamet günü seni, senin istediğin gibi mi, yoksa kendi istediği gibi mi diriltecek?
-Kendi istediği gibi.
-Allah’ın meşîeti ile birlikte senin de meşîetin var mı? Yadasei meşîetin Allah’ın meşîetinden üstün veya O’nun meşîetinin altmda mı? Şayet O’nun meşîeti ile birlikte dersen, ortaklık iddia etmiş oksun, O’ndan ayrı dersen Allah’ın meşîetinden müstağni olmuş oksun, onun meşîetinden üstün dersen senin meşîetin onunmeşıetint galip olmuş olur. Allah’tan afiyet istiyor musun?
-Evet.
O’ndan niçin afiyet istiyorsun, kendisinin sana vermiş olduğu bir belâdan mı, yoksa kendisi dışında bir varlığın sana vermiş olduğu bir belâdan mı?
-Kendisinin bana vermiş olduğu bir belâdan.
-‘La havle ve la kuvvete illa bi’l-lâhil aliyyi’l-azim’ demiyor musun
-Evet.
-Bunun açıklamasını biliyor musun?
-Ey müminlerin emiri! Allah’ın sana öğrettiğini bana öğretii'in®
-Bunun açıklaması sudur: Kulun, taate, Allah’a itaat etmeye' isyan etmeye, Allah’ın verdiği güç hariç, gücü yoktur. Allah senilw^' eder ve tedavi eder, dert ve derman O’ndandır. Allah’ın diyetin’^ fsenin için takdir etti&ine razı nlV
, ödedin
,İşte
simdi Müslüman oldun.
Ali bundan sonra kader ehlinden birine rastlarsa onun boy-y kıracağını ve kader ehlinin bu ümmetin Yahudileri olduğunu 'getirmektedir.”-
Yukarıdaki metinde Hz. Ali’nin, Allah’ın ilmi, iradesi ekseninde jjtarlı sayılabilecek bir yorum geliştirdiğini görmekteyiz. Hz. Ali,
\llahin dmi, iradesi ve kudreti konusunda tevakkufun caiz olmazlı iman şeklini belirlemeye çalışmıştır. Bu, son derece önemli bir jjfumdur. İlgili konudaki Sünnî iman şeklinin belirlenmesi bakı-(iınd® Hz. Ali’nin etkili olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.
Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin Hz. Ali’ye atfettiği ve Allah’ın iradesin-ı)en başka bir iradeyi esas alan kader telâkkilerini küfür olarak niteleyen bakış, yukarıdaki haberin sonunda Hz. Ali’nin sarf etmiş olduğu sözlerle ilişkili görünmektedir.
Mu’tezilî tabakat kitapları, başta Hz. Ali olmak üzere, Hulefâ-i Râşidîn’in diğer üyelerini ve Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ûd,
,Abdullah b. Ömer, Ebu’d-Derdâ, Ebû Zerri’l-Ğifârî ve Ubâdetu’bnu’s-Sâmitgibi sahabîleri ilk tabakadan Mu’tezilî addetmektedir. Çünkü büsahabîlerden cebr karşıtı tavırlar naldedilmiştir. Kâdî Abdulcebbâr relbnu’l-Murtazâ (ö. 840/1437) haberleri nakledilen sahabîler arasında Hz. Ali’nin cebr karşıtı yaklaşımını ele alan uzun sayılabilecek bir haberi aktarmaktadır. Buna göre Sıffîn dönüşü yaşlı biri ayağa talkmış ve Hz. Ali’ye şöyle demiştir;
"Bize söyle, Şam’a gidişimiz kaza ve kader ile midir?
Hz. Ali cevaben, “Tohumu yaran ve canlıyı yaratan Allah’a yemin ederim ki, indiğimiz her bir vadiyi ve çıktığımız her bir tepeyi ^ ve kader ile inip çıktık!” demiştir.
Aynı şahıs bu çaba ve yorgunluktan kendisi için Allah katında ^’fbrşılık (ecr) bulunup bulunmadığını sormuş, yine Hz. Ali, “Gi-^ ve gelişinizde Allah sizin için büyük karşılık vermiştir.” dedikten “Hiçbir davranışınızda zorlanmış, zorla bir yere sürülmüş ve bırakılmış değilsiniz!” diye devam etmiştir.
Artık ciddi bir kader ve insan iradesi tartışmasına dönüşen ko-^Şniada yaşlı şahıs, Hz. Ali’nin verdiği cevap sonrasında “O hâlde ^ ve kaderin bizi geçmiş olmasının anlamı nedir?” diye sormuş-^ndan sonra Hz. Ali doğrudan insanın sorumluluğu ve iradesini
konu alan ve kesin tanımlamalar içeren bir yaklaşım^ i|]^ vermiş ve yaşlı şahsa şöyle cevap vermiştir:
“Öyle gözüküyor ki, sen, zorlayıcı bir kaza ve değişke
sin bir kaderin var olduğunu düşünüyorsun. Öyle olsayd, ikap geçersiz olur, va’d-vaîd ve Allah’ın günahkârı kınaması^,^*!''
lik yapanı övgüsü anlamsızlaşır, iyilik yapan karşılığa
lük yapandan evlâ olmaz, kötülük yapan da cezaya iyilik yap evlâ olmazdı. Bu, şeytanın kardeşlerinin, putperestlerin, ! düşmanlarının, yalancı şahitlerin ve doğruyu görmekten niahrp "ı"' i
rın sözüdür. Onlar da bu ümmetin Mecûsîleri olan Kaderi’
Allah, insanların iradesi bulunduğu hâlde emretmiş ve nehyetjpjşjj'
Zorlayarak teklif etmemiş peygamberleri boş yere gönderini
emişti,.
Bundan sonra Hz. Ali, Sad Sûresi’nin 27. ayetini okumuşta,.
“Bu, kâfirlerin iddiasıdır
Hz. Ali’nin ilgili açıklamaları üzerine yaşlı şahıs yine, “Biâgçıjçj kazâ ve kader nedir?” diye sormuş, Hz. Ali, cevap olarak
bunu emretmesi ve iradesidir.” demiş ve İsra Sûresi’nin 23. ayetjjj 1 okumuştur: '
“Rabb’in yalnız zâtına ibadet etmenizi ve ana-baba\a 1 iyiliği emretti” '
Yaşlı kimse Hz. Ali’nin cevaplarından sonra sevinçli bir şekiHe ! kalkmış, şu beyitlerle onu övmüştür:
“Sen, kıyamet günü itaati nedeniyle Allah’tan rıza beklediğ® i imamsın. Dinimizde karışık olan bir şeyi bize açıkladın. Allahseıi iyilikle mükâfatlandırsın.”
Hz. Ali’nin kelâmî nitelikli görüşlerinden en önemlisi Allah’ın ilmi, iradesi, kudreti, insanın iradesi, emir-neMy, va’d-vaîd olgularını da esas alan ve bu olgulan yoruma dâhil eden kader telâkkisidir.
Hz. Ali’ye ilgili konuda isnat edilen yaklaşımlar, özellikle Mıiteâlî kaynaklarında nakledilen görüşler, tam anlamı ile bir kelâmdıt« sonraki dönemde ortaya çıkıp kitlelere ulaşan birçok kelâmî çöîii®-lemenin ötesine geçen niteliktedir. Onun bu güçlü yorumu aldî/feW düzeyde tartışılabilir gelişmişliktedir.
Söz gelimi Eş’arîlerin kader anlayışı ve genel olarak Sünail*' der telâkkisi belli ölçüde, Hz. Ali’ye isnat edilen bu yorumun sinde bulunmaktadır
(,[#luluğunu ve ahlâkîliğini esas alan Mu’tezilî kader telâkkisi il-* lj yaklaşımın ilk örneğini Hz. Ali’de bulmuştur. Sonradan gelen ^^Ijnıcılar da kader problemini tartışırken, Allah’ın ilmi, iradesi, in-sorumluluğu, emir-nehy, va’d-vaîd vb. konuların dâhil olduğu Ijit yaklaşım geliştirmişlerdir. Görülüyor ki, gelişmiş bir kader tar-,ıhmasında bulunması gereken estambul tours unsurlar, Hz. Ali tarafından gerçek-yorumda ihmâl edilmemiştir. İnsanın iradesi, sorumluluğu itllab’ın meşîeti konusunda Hz. Ali’nin Ehl-i Sünnet ve Mütezile Ijjl^jnıından referans olarak değerlendirilmesi, her biri açısından (;endi tercihini destekleyecek niteliktedir.
Ebl-i Sünnet, Hz. Ali’ye isnat ettiği haberde insanın iradesini deşil Allah’ın meşîetini belirleyici kılarken, Mu’tezile ise aynı konuda Hz. Ali’ye isnat ettiği haberde Allah’ın mutlak iradesine nispetle insanın iradesini ve ahlâkîliğini vurgulamaktadır.
Esasen her iki habere bakıldığında Hz. Ali, muhataplarının ve kendisine soru soran kimselerin zihnî durumuna ve ihtiyacına jöre cevaplar vermektedir. Ehl-i Sünnet’in asıl aldığı haberde Hz. .tli’nin muhatabı insanın tercihi ve fiilleri konusunda insanın iradesini, Mütezile’nin yer verdiği haberdeki kimse de yine insanın iradesi ve fiilleri konusunda Allah’ın meşîetini mutlak kabul etmekledir. Kelâmın belki de en önemli problemi iman tanımının teorik düzeyde oluşturulmasıdır.
Tanımdaki güçlük daha ziyade iman ve sonrasında gerçekleşen dayanışların yani amelin iman ile ilişkisinin belirlenmesi konuşanda ortaya çıkmaktadır. İman, ameli de içine alan bir kuşatıcılı-jın ifadesi midir? Yoksa iman ve amel, kavramsal ve pratik düzeyde üiaynolgu mudur?
İmanın kavramsal içeriğinin belirlenmesi konusunda en fazla çabayı Ebû Hanife’nin (Ö.150/767) sarf ettiği söylenebilir. O, imam Wik kavramına indirgemiş, Mu’tezile’nin iddia ettiğinin aksine ®eli imana dâhil etmemiş ve bu konuda Hz. Ali’nin kendisine isyan siyasî rakiplerini mümin diye nitelemesini, dile dayalı deliller '^aklî-naklî deliller yanında ayrı bir delil olarak değerlendirmiştir. Hz, Ali, Şam ehline yani Muaviye ve taraftarlarına yazdığı mek-(kitabu’l-kadiyye) kendisine isyan eden ve kendisi ile savaşan rakiplerini mümin diye nitelemiştir.®^' Onun bu tutumu, bü-^^giinalı ve sonuçlarının kavranması
amel arasındaki ilişkinin önünde bulundurulacak olursa Hz bu problemi pratik düzeyde algılama şekli ilgi çekicidir. Nitekim Hanife, Hz. Ali’nin yaklaşımını konunun kavramsal düzeyde^j ^ zümü bakımından bir referans olarak değerlendirmiştir. ^
Böylece Hz. Ali’nin kendi tercihi ve tecrübesi ile ulaşmış duğu söz konusu dinî/itikâdî yorum, Ebû Hanife eliyle Ehl-iSii„ kelâmının konuya ilişkin tercihinin tahkikinde ihmâl edilmemişti|.
Değerlendirme
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Hz. Ali, Kur’ân’m mahiyeti ve val). yin anlamı üzerine teorik nitelikli yorumlar yapmıştır. Bu yorum-1ar daha ziyade, Hâricîlerin Kur’ân’a ilişkin yaklaşımları ve Kur’âni siyasî/dinî tercihleri bakımından istismar etmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. O, Kur’ân’m doğru anlaşılması için Sünnet’i önemli biröl. çüt olarak değerlendirmiştir. Bu yaklaşım, dinî/kelâmî bilginin tanımlanıp disipline edilmesi bakımından önemli bir metodik açılımdır,
Hz. Ali, kimi itikâdî problemler karşısında nasların literalifad^ lerinden ayrı olarak, dinin genel ilkeleri çerçevesinde aklî açıklamalar getirmiştir. Nitekim onun bu itikâdî yorumları hem Mu’tezileve Ehl-i Sünnet estambul tours kelâmcıları hem de kelâm tarihçileri tarafından görmezden gelinmemiştir. Hatta geriye dönük bir inşa ile Mu’tezileıv Ehl-i Sünnet, biraz da kelâmın meşrûiyetini sağlama çabalan ekse ninde, Hz. Ali’nin kelâmcı yanını öne çıkarmış, iki kelâmı yaklaşım da onu ilk kelâmcı olarak nitelemiştir.
Kelâm kültürü bakımından Hz. Ali’nin ilk kelâmcı olarak nitelenmesi son derece önemlidir. Bu, sınırlı sayıda olsa bile, Hz. Ali’nin itikâdî içerikli yorumlar yaptığının göstergesidir. Şu hâlde, sahabenin en önemli fakîhi olan Hz. Ali, itikâdî nitelikli sorulara vermiş olduğu cevaplarla Müslüman toplumda kelâm geleneğini başlatmış sayılabilir.*^^
Mu’tezile’nin, Hz. Ali’nin Mu’tezilî olduğuna ilişkin vurgusundan sonra Ehl-i Sünnet de Hz. Ali başta olmak üzere İbn Mes’ûd, İta Ömer gibi sahabîleri Ehl-i Sünnet kelâmının ilk örneklerini veren kimseler diye tanımlamış olabilir. Çünkü el-Bağdâdî, Mutezile®” Hz. Ali’yi kendilerinden addettiğini, kurucuları Vasıl b. Atanında i’tizal fikrini Hz. Ali’nin oğlu Muhammed İbnu’l- Hanefiyyeveton®"
öne sürerek, Mu’tezile kelâmının din dışı olduğuna'i\v^^^%
leri boşa çıkarmaya ve Mu’tezile kelâmının dinî meşrûiveU^'^"' lendirmeye çalışmaktadır
estambul tours yazdı..