estambul tours ve allah bilgileri20
evet arkadaslar sizlere en güzel yaızları yazan estambul tours diyorki Kendiliğinden (ikiye) ayrılırsa bırakırdı. Aksi halde ma’kusa olarak kalırdı. Bu (akısatuhu) olarak da rivayet edilmiştir.(Ezherü’l-Ievni) demek; renginin beyazlığı ve parlaklığı demektir.Bazılarına göre, bu (ezheru hasenun) yani beyazdı ve güzeldi, demektir. (Zuhretu’l- hati’t- dünya = Dünya hayatının ziyneti) kavli bu kabildendir...
Bu diğer bir hadîs-i şerifte vasfedildiği gibidir;
“Ne çok beyazdı, ne çok esmerdi.”
(El-Emhak): Kireci andıran bir beyazlıktır. (Yani bembeyaz) demektir.
(El-Edemu) ise; Esmer renkli demektir.
Diğer bir hadîsde:
“İçinde kırmızılık bulunan bir beyaz renkte idi” şeklinde varit olmuştur.
Kaşı ince; yay gibi, uzun ve gürdü...
Burnu: İnce uzunca ve ortası (hafif) kalkık idi...
(El-Eşem): Uzun, demektir. (Yani burun yapısı biraz uzunca) idi.
(EI-Karen): Kaşların bitişik olması (yani iki kaşın birleşmesi) demektir. Çünkü bu kelimenin zıddı (el-belecu)’dur. (el-belecu) ise; (İki şeyin arasının) açık olması, demektir.
Ümmi Ma’bed'in rivayet ettiği hadîsde (el-karen) ile vasf edilmiştir.
(El-Edacu): Göz bebeği çok siyahtı, demektir. Diğer bir hadîste;
“Gözünün beyazında kırmızılık vardı” şeklinde varit olmuştur.
(Ed-Dali’): Geniş, demektir.
(Eş-Şenebu): Güzel ve sulu dişler (yani inci gibi dişler) demektir. Bazıları bunu dişlerin inceliği ve güzelliği ile tefsir etmişlerdir. Gençlerin dişlerinde olduğu gibi:
(El-Felecu): Dişlerin (güzel bir şekilde) seyrek olması, demektir.
(Dakikü’l-Mesrubeti): Göğüs ile göbek arasında bulunan iplik gibi kıl, demektir. (Yani peygamberimizin göğüsten göbeğine kadar uzanan kılları gayet ince olduğu için (ipliğe) benzetilmiştir).
Etli ve sarkık olmayan, mu’tedil bir hilkata sahibdi. Yani etleri birbirini tutuyordu (sarkık değildi) demektir. Nitekim diğer bir hadîsde şöy le vasfcdilmiştir:
“Eti sarkık değildi. Çenesi kısa değildi. Karnı ve göğsü eşit şekiU idi.”
(Meşihu’s-Sadri)— eğer bu tabir sahih ise— bu, önden olabilir. Çünl (Eşâhe) kelimesinin ifade ettiği mânâlardan bir tanesi de budur. Bu i barla anlamı;
“Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın göğsü hissedilecek k» bir mahiyet arz ediyordu, tam mânâsiyle arkası içe girecek kadar gö önde değildi (normaldi)” demektir.
Böylece önceki, “Karnı ve göğsü bir (eşit) idi” sözünün^ii^T^ lanmış oldu. Yani ne göğsü fazla ileriye doğru sarkmıştı, ne de fazla idi... İkisi de eşit bir biçimde idi...
Belki de yukarıdaki (Meşihu’s-Sadri) terkibindeki (meşih) kelim ile değil de (s) ile (mesihu)’dır. Böyle olursa, “Göğsü geniş idi” de olur anlam... İbn Dureyd’in naklettiği diğer bir rivayette bu böyle varit olmuştur. %
(El-Keradis) kemik başları, demektir. Bu, tıpkı diğer hadîste vâri. şu sözü gibidir; “Celilü’l-Müşaşı ve’l-Ketid.”
(El-Müşaşu): Omuzların başı, (el-Etidu) omuzların birleştiği yç mektir.
(Ve Şesnü’l- keffeyni ve’l- kademeyni): Ellerin ve ayakların etlej;. mektir. .
(Ez-Zindan): Dirsek kemikleri, demektir.
(Sâilu’l-Etraf): Parmaklan uzun, demektir. îbnu’I-Enbari şöyle dedi:
Bu kelime (sahihin) şeklinde de varit olmuştur. Böyle rivayet sak olduğunu kabul etsek bile (1) (n)’den mübdel olduğunu söyleriz,o,, man mânâ değişmez. Fakat (Sâriu’l-Etraf) rivayetini nazar-ı itibare alıtsa^ o zaman bu mübarek azalarının kalınlığına işaret mesabesindedir, tekim hadîste mufassal şekilde vaki olmuştur (bu).
(Rahbu’r- Raheti): Genişliği demektir. Bazılarına göre, buonunpt^ cömert oluşunun bir ifadesidir.
(Humsanu’l-Ehmasayni): Ayak içinin uzak duruşu, demektirkiln da ayaktaki yerin değmediği, ayağın tam ortasında bulunan yer demek tir.
(Mesîhu’I-Kademeyni): Yani ayakların kuru kalan yeri demektir,Bit nun için (su onlardan uzak durur) demiştir.
Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadîs bunun tam aksini ifade etmekte dir. Çünkü o hadîste varit olan şudur:
“Ayağı ile bastığı zaman, hepsi ile birden basardı, onun (ayaklar nın) ehması (yerden uzak kalan mevzii) yoktu.’’ (a).
Bu (Mesihu’l-Kademeyni) rivayetine uygun düşmektedir. Meryemo|i İsa’ya da (Mesih) denmesini bununla yorumlayanlar oldu. Yani oı ehması yoktu. (Yani ayağında yerden uzak duran mevzii yoktu) demekte Bazıları (Mesîh) kelimesini, (üstlerinde et bulunmayan) ayakolatf mânâlandırırlar.
Fakat bu yukarıda geçen (ayakları etli idi) kavline aykırı düşmete dir.
(Et-Tekallu’): Ayağı kuvvetle yerden kaldırmak, demektir.
(a) İki rivayeti uzlaştırmak için deriz ki, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)yütöılf' ayağının tümünü basarak yürürdü. Bazı hilebazların yaptığı gibi ayağını yan basarak veya!» biraz kaldırarak
(Et-Tekeffü’): Yürüme usûl ve kaidelerine uymak ve onu gaye edinmek, demektir.
(Le-Hevnu); Yumuşak ve vekar, demektir.
(Ez-Zeriu): Geniş adımh demektir.
Hulâsa yürüyüşü şöyle idi: Ayaklarını yerden sür’atle kaldırır, adımlarını uzatıp geniş atardı. Hilekâr yürüyüşünden tamamen beri idi. Yürüyüşünde orta bir biçim tercihi olmuştur. Gayet yumuşak ve acele olmayan bir yürüyüşe sahib idi. Sanki yüksek bir yerden iniyormuş gibi...
“Ağzını (kibarca açarak) söze başlar ve bitirirdi”. Çünkü ağzı biçimli şekilde biraz genişti. Araplar genellikle böyle bir ağzı överler, küçük ağzı kınarlardı.
(Eşâhe): Meyletti, demektir.
(Inkabeze): (O kendilerini kızdıracak şeylere karşı) öfkesine hâkim olurdu, demektir.
(Habbü’l-Gemam): Bulutlardan düşen dolu (veya kar) demektir.
(Bunu, hâsse vasıtasıyla âmme’ye ulaştırırdı): Yani kendisine ayırdığı vakitlerden, ashabın ileri gelenlerine bir parça ayırır, onlara talim ederdi, onlar da yanlarında bulunmayanlara öğrendiklerini ulaştırırlardı, demektir.
Bazıları bunu şöyle tefsir etmişlerdir: Kendisine ayırdığı vaktin bir kısmını ashabtan ileri gelenlere, diğer kısmını da umum halka ayırırdı (a).
(Yedhulûne Ruvvaden): Yani ilminden istifade etmek için yanına ziyaret maksadıyle girerlerdi, demektir.
(Velâ yensarifûne illa an zevakın) cümlesindeki (zevak) kelimesinin yorumunda iki ayrı görüş ileri sürüldü:
a)Öğrendikleri ilim. (Yani ilmi alırlardı ve ondan sonra yanından ayrılırlardı).
b)Zahirî anlamında olan (yemek). (Yani yemeklerini yiyip ayrılırlardı).
(El-Atadu): (Üddetü) anlamında (hazırlanmış olan şey) demektir. (Eşşeyu’l- Hazıru’l- Muaddu): Hazırlanmış şey, demektir. (El-Muvazeretu); Yardımlaşmak, demektir.
(La-Yuvattınü’l-Emâkin): Yani namazgâhı için belirli bir yer ittiha etmezdi. Bunun dışındaki hadîslerde (açıklanmış) bir tarzda varit oldı ğuna göre ashabını bundan alıkoymuştur (b).
(Saberahu); Kendisine gelen kimseye karşı nefsine hâkim olup son d rece sabır ve tahammül gösterirdi, elemektir. * •
de anlaşılacağı gibi bu yorum zayıftır.
anı mescidlerden hariç, belirli bir namazgah edinmezdi. İlle de bu yerde namaz kılın
c)Önceden Peygamber (sallallahu aleyhi ve seIIem)’dQn kenn. bir iyilik yapılan kişi..
Onu anlatan başka bir hadîsde şöyle varit olmuştur; “Ökçeleri az etli idi... Göz kirpikleri uzun (ve son derece güzel)id,.,
ÜÇÜNCÜ BAB
PEYGAMBER (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)’İN RABm KATINDAKİ KADRİNİ VE İTİBARINI BİLDİREN SAHİH VE MEŞHUR HADÎSLER
Bütün âlimler şu hususta söz ve fikir birliği etmişlerdir; O.beşçnîl en şereflisidir... Ademoğlunun seyyididir! Allah indinde en şerefli, en yüksek olan bir peygamberdir. Allah’a yakınlık (takarrup)cihîtıî den de, en yakın olan yine O’dur! ;
Şunu iyi bilmen gerekir ki: Bu babta vârit olan hadîsler pekçoktıl Biz burada yalnız sahih ve pek yaygın olan hadîsleri ser delmekle )ci| dik. İfade ettikleri mânâ ve muhtevasını on iki bölüme hasreti; ‘
RABBt İNDİNDEKİ MEVKİİNİ, PEYGAMBER OLAMIl SEÇİLİŞİNİ, ŞANININ YÜCELTİLMESİNİ, (SAİR YARATİKl» ÜSTÜN KILINMASINI, ÂDEM OĞULLARININ EFENDİSİ KILINMASINI, DÜNYADA KENDİSİNE VERİLEN RİİTBElfl VE MÜBAREK İSMİNİN BEREKETİNİ (İHTİVA EDE!)
---RABBI İNDİNDEKİ MEVKİİNİ, PEYGAMBER OLARAK... _____________
Kasım binti Ebi Bekr b. Yh’kub, babası Hatem, —ki Akîyl’dir— Yahya— ki o tbn tsmairdir— Yahya b. Abdülbâmid b. Abdurrahman b. Mey-mun Ebu Zekeriyya el-Kûfî el- Himmani, Kays (b. Rebi’ Ebu Muham-med el-Kûfî. Ö.168 H.) el- A’meş, Abayetebni Ribiyy.
tbn Abbas (radıyallahu anh)’dan:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır;
“Allah mahlûkatı ikiye ayırdı. Beni onların en hayırlı kısmı olarak yarattı. Nitekim Allah: “Eshabu’l-Yemini ve eshabu’ş-Şimal...” buyurmuştur ve beni Eshab-ı Yemin’den, hattâ eshab-ı yeminin en hayırlısından kılmıştır. Sonra bu iki kısmı üçe ayırmıştır. O üçün en hayırlı olan üçle birini beni yapmıştır.”
Allah (c.c.):
“Sağcılara (gelince) o sağcılar ne (mutlu) durlar. Solculara (gelince) o solcular ne (bedbaht)tırlar. Hayır yarışlarında da öne geçip kazananlara (gelince) onlar (orada da) öncüdürler.” (465) buyurmuştur.
Ben ise âyette anlatılan o öncülerdenim işte! Hattâ onların en hayırlılarından...
Sonra bu üç kısmı kabileler halinde kıldı, beni de en hayırlılarından yaptı. Nitekim yaratıkları milletler ve kabileler halinde yarattığım Hü-cûrat sûresindeki;
“Sizi milletler ve kabileler halinde kıldık” kavlinde beyan etmiştir.
Ben Âdem oğullarının (Allah’tan) en çok korkanıyım! Allah katında (bu itibarla) en mükerrem olanıyım! (Yine de) övünme yok!
Sonra kabileleri de aileler olarak kıldı. Aile bakımından da beni en hayırlısı yaptı (465a). Nitekim bu hakikati: “Ey ehl-i beyit, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister” (466) âyetinde açıklamıştır.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)Man,
Dediler ki:
— Ey Allah’ın Resûlü, peygamberlik sana ne zaman sabit oldu?
— “Âdem henüz ruhla ceset arasında iken!” cevabını verdi,dediğir rivayet etmişlerdir (467).
Vasile b. el-Eska' (radıyallahu anh)’dan,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:
“Allah İbrahim oğullarından İsmail’i, İsmail oğullarından da Benli
Abdullah b. Abbas (r.a.)’dan Taberanî Mu’cem’inde İmam Beyhakî Delailü’n- Nü ve’de rivayet etti. Süyûtî: Menahilü’s-Safa (Shf. 28)’de kaydetmiştir.
(465a) Vakıâ Sûresi, âyet: 8,9,10. (466) EI-Ahzâb sûresi, âyet: 33
nane’yi. Beni Kinâne’den Kureyş'i, Kureyş’ten Beni Haşin,., şim’den de “Beni” seçli.” (468).
Enes (radıyallahu anhj’ın rivayet ettiği bir hadîsde şöyiç
“Rabbimin katında Adem oğullarının en iyisiyim. (Burı^%.
övünme yok!” (469).
tbn Abbas (radıyallahu anh)’dan rivayet edilen bir had' “Ben, evvelkilerin ve sonrakilerin en iyisiyim! Övünme olarak varit olmuştur.
Âişe (radıyallahu anh)’dan:
Cebrail (aleyhisselâm) bana geldi ve dedi ki: