estambul tours ve allah bilgileri10
sizlere bugün en güzel yazıları yazan estambul tours diyorki “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mehabeti ve herkes tarafın dan saygı gören, yüzü ayın ondördü gibi parlayan, kısa boylulardan uzun, uzun boylulardan kısa idi. Vekâr ifade eden bir baş’a sahibdi. Saçları pek sert değildi. Kendiliğinden ikiye bölünebilirdi. Kendiliğinden bi> tünmediği zaman (bilhassa) bölmeye çalışmazlardı. Saçını saldığı zaman (mübarek) kulaklarının yumuşağını geçecek (kadar) uzun olurdu. Rengi (çiçekler kadar) beyaz (ye parlak) idi. Geniş alınlı idi. Kaşları gürffakai ince) ve mükemmeldi. İki kaş arası bitişik değil, açıktı. (Allah'ınemrinr aykırı bir hareket gördüğü zaman) kan beynine hücum ederdi. Burnu uzw (fakat ince ve güzel) idi. Burnunun kendine has bir nuru vardı. Onu yükseldiği zaman. Peygamberi teemmül etmeyen kimse, burnunun uwı olduğunu sanırdı. Gür sakallı idi. Göz bebeği siyahtı. Yanakları biçimlııöbüyükçe (fakat kibarca) idi. Dişleri seyrek ve inci gibi beyazdı. Göğüs kılları iplik gibi (göbeğe kadar) uzanmış bir çizgi takip ediyordu. Vücudu düzgündü. Karnı ve göğsü birbirine eşit olarak büyük bîr bedene sahibdi, lâkin etleri sarkık değildi. Göğsü son derece güzel görünümlü idi. İki omuz arası açık ve genişti. Kalın kemikli idi. Boğazı ile göbeği arasında hat gibi çizilmiş kıllar vardı. Vücudu parıl parıl parıldardı. (Mübarek) memelerinde kıl yoktu. Kolları, omuzları göğsünün üst kısmı kıllı idi. Dirsek kemikleri el kemiklerinden biraz uzunca idi. Avuçları genişti. (Bu, cömertliğinden bir kinâye de olabilir). El ve ayakları biraz kalınca idi. (Arablarda bu biçim eller ve ayaklar övülür). Azala-rı güzel yapılı idi. Bilek ve ökçe kemikleri dolgunca idi. Ayaklarının tabanları fevkalâde idi. Yumuşaktı. (Yürüdüğü zaman) su yapışmazdı (onlara). Yerden kalktığı zaman sert kalkardı. Adımları dengeli idi. Hızlı fakat yumuşak bir yürüyüşe sahibdi.
Yürüdüğü zaman, sanki yüksekten bir su dökülüyormuş gibi son derece ahenkli yürürdü. Döndüğü zaman bütün vücudu ile (kibarca) dönerdi. Gözünü eğerdi. (Rabbinden hayâ ettiği için..) Yere bakışı, göğe bakışından daha uzundu. Bütün bakışlarında derin bir tefekkür vardı. Ashabını önüne alırdı (kendisi). Tevazuundan dolayı arkalarından giderdi. Tabii bu hazerde fakat seferde kendisi önden giderdi.
Karşılaştığı kimseye ilk defa kendi selâm verirdi. (Sonra konuşmaya başlardı).
—Bana onun konuşma tarzım anlatınız! Şu cevabı verdi:
—AUah’m Resûlü (saJlalIahu aleyhi ve sellem) sürekli hüzünlü, devamlı düşünceli, rahatı olmayan bir Peygamberdi. Gereksiz yere konuşmazlardı. Sükûtu uzundu. Söze başlarken ve bitirirken ağzını biçimli açar dı. Efradını câmi, ağyarını mani kelimelerle çok açık ve .seçik bir tarz da konuşurdu. Lüzumsuz konuşmazdı. Lüzumlu olduğu zaman anla mim tam mânâsıyla anlatmak için sözü kısa kesmezdi. Yumuşak huyi idi, haşin değildi. Hâkir görmezdi. (Rabbinin) nimeti az olsa bile or karşı saygısı büyüktü. Bir şeyi kmamazdı. Yenilecek bir şeyi beğenm mezlik etmezdi. Onu (yenilecek bir şeyi) övmezdi (ki belki kendisini Ra binden uzaklaştırır diye) Hakk’a taarruz edildiği zaman, zaferi elde edi ceye kadar kimse onun gazabının önüne geçemezdi. Kendi nefsi için ki şeye öfkelenmezdi. Kendi nefsinin intikamını almaya çalışmazdı. İ
ret ettiği zaman elinin tümü ile işaret ederdi. Taaccüp ettiği zaman e çevirip semaya kaldırırdı. Konuştuğu zaman sağ elinin baş parma: sol elinin içine (ya da baş parmağını kendi içine) doğru kılardı.
Öfkelendiği zaman, onu yenmesini bilirdi. Sevindiğinde gözlerini '"ardı (tevazuundan dolayı)...
Bütün gülüşü, tebessümden ibaretti. Dişlerini sanki bulutlardan oır beyaz karmış gibi gösterirdi.
tınca, bu babta beni geçmiş olduğunu gördüm. Babasına, ResûluUa^“ V lahu aleyhi ve sellemi)'\n girişinden, çıkışından, oturuşundan
şemâiiin)’den sordu. Onun hakkında (sormadık) hiçbir şeyi bırai^^Hlı Hüseyin (radıyallahu anh) dedi ki: “Babama Resûlullah (saJlallui) ve sellem)'in girişinden sordum’’ şu cevabı verdi:
— Onun (evine) girişi kendi nefsi içindi. Bu hususta O, (Rabbiu dan) me’zun idi. Evine geldiği zaman girişini üç kısma ayınr,j|^% “Bir kısmını Allah için, bir kısmım ehli için, bir kısmını da ken* için. Sonra kendisine ayırdığı vakti de insanlarla bölüşürdü, babının ileri gelenleri) vasıtasıyla âmme (umum halka) ulaştırırdı q dan hiçbir şey gizlemezdi.
Ehl-i fazlı tercih etmesi yine kendi emriyle olurdu. Dindeki üstii lerine göre muamele ederdi. Onlardan kimi, tek hacet, kimi ikiy*'^^'*
den fazla hacet sahibi olurdu. Onlarla meşgul olurdu. Onların vç. ümmetinin yararına olacak şeyleri kendine iş edinmişti. Mecliste k S mayanlara tebliğ edilmesi için, bulunanları şu mübarek sözü ilen^'‘'^ dı:
“İçinizden, hazır bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin! L yacını duyurmayan kimselerin ihtiyacını bildirin! Çünkü ihtiyâcnlj yuramayan kimsenin ihtiyacını sultana bildiren kimsenin ayaklarım
kıyamet gününde sâbit kılar.”
İşte onun yanında ancak bunlardan bahs edilirdi. Kimseden (bumi, başkasını) kabul edip dinlemezdi (460). ^
SÜFVAN B. VEKİ’DEN RESÛLULLAH (s.a.v.) İN SİYRBrrl HAKKINDA TAHRİCİ
Süfyan b. Veki'den nakledilen hadîste şöyle vârid olmuştur;
“Yanına (ilim ve hikmet tahsil etmek için) ziyaretçi ( Dağılırlarken ilim ve hikmetten nasiblerini almış bir delil,; halinde çıkarlardı.”
Dedim ki: “Onun çıkışından (yani insanların yanına gelişi ve onlarWt bet edişinden) bana biraz malûmat verir misiniz? Nasıl yaparlardı?” | Cevap verdi:
‘^Dilini hapsederdi (yani sükûtu tercih ederdi) yalnız onları ilgitti ren hususlarda onları (aralarındaki ayrılığı gidermek için) birleştirilip Onları tefrik etmezdi. Her kavmin (kabilenin veya milletin) büyii|i’ İkram edip onu onların başına geçirirdi. Ona karşı baş kaldırmam^l için insanları uyarırdı. Onlardan (şerlerinden) tâyin ettiği kimseletife rurdu. Kendi güzel hasletlerini ve mükemmel ahlâkını esirgemeden| pardı bunları). Sahabîlerini (göremediği zaman) soruştururdu.
gelmediiderini insanlara sorup bilgi edinirdi. Güzeli tahsin ve tasvib, çirkini takbih buyururlardı.-Bütün bunlarda itidali tercih ederdi. Gaflete kalkışırlar endişesiyle kendileri katiyen gaflet etmezlerdi. Usanmamaları için de azami gayret gösterirdi. Hulâsa her hal-ü tavrın ona göre bir ölçüsü vardı: Hakkı ikame etmekte zaaf göstermezdi. Hak ve hakikat ne ise onu yapardı. Hakkı (mevzuuleh)’in dışına çıkarmazdı. Kendisine yakın oturanlar ümmetinin en seçkinleri idi. Yamnda derece ve rütbe bakımından en büyükleri, birbirlerine yardım edenlerle birbirlerini (doğru yolda) koruyanlardır. Yanında en üstün olanları, nasihat babında en ileri gelenler idi.
Meclisinden sordum:
— “Meclisindeki davranışları acaba nasıldı?”
— Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in oturması ve kalkması hep zikir üzerine (yani ilim öğretmek) için olurdu. Kendisine meclis içinde (şurası benim yerimdir!) deyip yer edinmezdi. Başkalannı da bundan neh-yederdi. Oturan bir topluluğun yanma teşrif ettikleri zaman, meclisin bittiği yerde otururlardı. Bununla da emrederlerdi. Yanında oturan herkese nasibini verirdi ki, kimsenin onun yanında üstün bir mevkie sahip olduğunu sanmasın. Bir sual sormaya veya ihtiyacını arz etmeye gelen kimseye karşı son derece tahammül gösterirdi. Sonra kimse aynlma-dıkça onu bırakıp kalkmazdı. Kendisinden bir dilekte bulunan kimseyi boş çevirmezdi, şayet yanında yoksa güzel söz söyleyerek gönlünü alırdı. Onun güzel ahlâkı ve hasleti insanların gönlünü açar ve kalbini ferahlatırdı. Sanki onların babası idi...
Hak (ve hukukta) herkes ona göre eşitti. Ancak takvâ ile birbirlerine üstün olabilirlerdi nezdinde...
“Herkes Hak (ve hukukta) ona göre birdi... Meclisi de; bir hilm, ha-yâ, sabır ve emanet meclisi idi... Sesler yanında yükselmezdi. Huzurunda İlâhi hudutlar çiğnenmezdi. Meclisin zelle (leri) de ifşa edilmezdi.— Bu kelime her iki rivayetin dışında kalan rivayetlerdendir—, Takvâ sebebiyle sevişirlerdi. Birbirlerine karşı mütevazi idiler. O mecliste büyüğe saygı gösterirlerdi, küçüğe de sevgi ve merhamet... İhtiyaç sahibine yardım ederlerdi. Yabancıya da merhamet gösterirlerdi.”
Yanında oturanlara karşı gösterdiği muamele hakkında sordum. Şu cevr bı aldım:
— Daima güler yüzlü, yumuşak görünümlü idi. Kaba ve hırçın değ di. Yüksek sesle münakaşa etmezdi. Çirkin sözlerde bulunmazdı. Y nında veya gıyabında kim.scnin ayıbını söylemezdi. Meddah da değil (Lüzumsuz yere kimseyi medh etmezdi). Hoşlanmadığı ve ümidini kef pşeylerden teğafül ederdi (yani onlara karşı ilgi göstermezdi). Üç şeye »«namen ilgisini kesmişti:
Riya... yanında bulunanları usandıracak kadar fazla konuc ' Lâya’nî (Kendisini ilgilendirmeyen söz ve davranışlarda İnsanları küçük düşürecek şu üç husustan da uzak Kimseyi kınamazdı... Kimseyi ayıpiamazdı... Kimsenin ayı^ ' rem işlerini) araştırmazdı... Sevabını ummadığı şeyi konuş^''«(^
Konuşmaya başladı mı, başlarında kuş varmış gibi, boyu„|^^^ı
dinlerlerdi. Sükût buyurduğu zaman konuşurlardı. Fakat yaj n, derece edebe riayet edip sözü çekiştirmezlerdi. Yanında kon^*S[
Ashabın güldüklerine kendi de gülerdi... Hayret ettikleriner hayret ederdi. Yabancının kaba konuşmasına karşı da tahan)l^"^iı| terirdi. Ve şöyle derdi;
“Bir ihtiyaç talebinde bulunan kimseyi gördünüz mü, onunü,,, m karşılayın.”
Kimsenin övmesini beklemezdi. (Ancak ifrata kaçmadan) samj,. öven kimseye karşı ses çıkarmazdı. Kimsenin sözünü kesmezdi N konuşurken sözünü bitirip kalkmazdı.. S
Süfyan b. Veki’n'm rivayet ettiği hadîs burada son buldu. Diğefi, rivayetinde şu kayıt da mevcuttur: “'H
Sükûtu şu dört esasa müstenid idi: Hilm... Hazer... Takdir... Tefekiıi,
Takdirine gelince: Bu, insanlara eşit bir nazarla ve eşit bir diniş ile muamelesinde tezahür ederdi.
Tefekkürüne gelince: Hem âhiret işlerini hem de dünya işlerini şünmesinde tezahür ederdi.
Sabır ve tahammülde kendisi için **Hilm” çok büyük anlamta^n Kendisini rahatsız eden hiçbir şey onu kızdırmazdı.
Hazer’e gelince: Bu hasletinde dört esas dikkati çekmiştir:
1)Kendisine uyulması için en güzelini alması...
2)Herkesin uzaklaşmasını sağlamak için çirkini terk etmesi.
3)Ümmetinin yararına olan meselelerde Tıkrini çalıştırması.
4)Gerek dünya ve gerekse âhiret hayatlarının temini için,onl (yani ümmeti için) çalışması... (461).
Resûlullah’m Siret ve şemailine ait metinde geçen tabirlerin (El-Müşezzeb); Zayıf ve göze çarpacak kadar, uzun demektir. D dîsdeki “Çok uzun değil” sözü gibi...
(Saçları, sanki taranıp azıcık kırılmış bir şekli andırıyordu); Yan vırcık ve koyu değildi, demektir.