guia de estambul ve varlık45

 guia de estambul


guia de estambul ve varlık45 bu yazıları en güzel sekilde yazan guia de estambul dediki Tam tersine, böylesi bir yeniden kurma işlemi, başkasının ölmüş yaşambtjjj, da benimseyebileceği tavırlarından yalnızca bir tanesidir ve bunun “yeniden kurulan yaşam” (yakınların anılarıyla aile ortamı içinde, tarihij^ içinde) olma özelliği de bazı yaşamları diğerlerinden ayıran tikel bir yazgi(Jı,| radan, zorunlulukla şu sonuç çıkar: karşıtı olan “unutulup gitmiş yaşara’jİk| ği de, başkalanndan hareketle bazı yaşamların payına düşen özgül ve betimltu bilir bir yazgıyı temsil eder. Unutulmuş olmak, başkasının belli bir tavnauj başkalarının örtük bir kararının nesnesi olmaktır. Unutulmuş olmak, [iilea,l{. sin olarak ve sonsuza kadar bir yığın içinde erimiş öğe (“13. Yûzyılmbüyült dalleri”, 18. Yüzyılın “whigs burjuvaları”, “Sovyet memurları” vb.)olarakb'm maktır, asla yok olmak değildir, başkalarıyla birlikte kolektif varoluş ktıii oluşturulmak üzere kişisel varoluşunu kaybetmektir. Bu, bize kamilamalusıti ğimiz şeyi açıkça gösteriyor. Başkasının, daha sonra kimi özel ölülerle (yaşaıfe tanımış olduğu “büyük ölüler”, vb.) şu ya da bu ilişkiyi kurmaya karar vtıa için (ya da koşulların karar vermesi için) daha önce ölülerle hiçbir ilişkisinin maması mümkün değildir. Aslında, ölülerle -bütün ölülerle- ilişki, “başbli için-varlık” diye adlandırdığımız temel ilişkinin özsel bir yapısıdır. Kendi-i varlıkta belirirken ölüler karşısında konum almak zorundadır; başlangıç pi( onları anonim geniş kitleler ya da farklı bireylikler halinde düzenlet. Kendi bu kolektif kitlelerin, tıpkı bireylikler gibi, geride kalmışlıklannayadara yakınlıklarına karar verir, kendi kendisini zamansallaştınrken onlardankeı ne uzanan mesafeleri de yayar, tıpkı kendi etrafından itibaren mekânsal m 1er yaydığı gibi. Kendi-için ne olduğunu kendi amacıyla duyurarak ötei' lukların ya da bireyliklerin kendilerine özgü önemini belirler. Pierre’egöıe likle anonim ve biçimsiz olan falanca grup, benim açımdan özgülleşir ve; nır; benim için düpedüz tekdüze olan bir başka grup,
^[•biri, aldığım konuma, “olduğum” konuma göre uzaklan ya da yakından ba-y^k^rıdan ya da ayrıntılı biçimde görebileceğim muazzam nekro-ollerdir; öyle ki, —gerektiğince anlaşılmak koşuluyla— bir “insan”ı ölüleriyle, ya-j nekropol içinde belirlediği kişiselleşme ya da kolektifleşme kesimleriyle, çiziği yollar ve patikalarla, almaya karar verdiği derslerle, saldığı “kökler” aracılı-jyla tanımlamak mümkündür. Elbette, ölüler bizi seçerler, ama önce bizim onan seçmiş olmamız gerekir. Burada olgusallığı özgürlüğe bağlayan kökensel mû-lasebeti buluruz; ölüler karşısındaki tavnmızı seçeriz, ama o tavırlardan birini içmememiz mümkün değildir. Ölüler karşısında kayıtsız kalmak tümüyle aaûmkün bir tavırdır (bunun örneklerine “Haymatlos”larda, bazı ihtilalcilerde ya la bireycilerde rastlanır). Ama bu kayıtsızlık -ölüleri “yeniden-öldürmek” olan l(ayıisızlık- onlar karşısındaki daha başka davranışlar arasından bir davranıştır.
Böylece, bizatihi olgusalhğıyla, kendi-için, ölülere karşı tam bir “sorumlüluk” içine fırlatılmıştır; onların kaderi konusunda özgürce karar vermek mecburiyetindedir. Özellikle de, bizi çevreleyen ölüler söz konusu olduğunda, -örtük ya da belirtik bir biçimde- onların girişmiş oldukları işlerin kaderi konusunda karar vermememiz mümkün değildir; babasının işini sürdüren çocukla, ya da hocasının kurduğu okulu ve oluşturduğu doktrinleri devam ettiren tilmizde bunu açıkça görürüz. Bağlantı pek çok durumda daha az açık bir şekilde görünür olsa da, bu mecburiyet, söz konusu ölmüşün ve yaşayanın aynı tarihî ve somut topluluğa ait oldukları bütün durumlarda da geçerlidir. Daha önceki kuşağın ça-balanmn ve yaptıklarının anlamına, kâh onların toplumsal ve siyasi girişimlerini benimseyip sürdürerek, kâh kararlı bir biçimde bir kopuş gerçekleştirip ölmüşleri etkisizliğin içine atarak, ben karar veririm, benim kuşağımın insanları karar verirler. Yukarıda gördük, La Fayette’in yaptığı işlerin değeri ve anlamı hakkında karar veren 1917 Amerika’sıdır. Böylece, bu bakış açısından, yaşam ve ölüm arasmdaki fark açıkça ortaya çıkar, yaşam kendi kendisinin anlamı hakkında karar verir, çünkü yaşam her zaman ertelemedir, özü gereği bir öz-e\eşıiri ve oto-metamorfoz gücüne sahiptir ve bundan ötürü kendini bir “henüz-değil” gi-hl/'henüz ... olmayan” gibi tanımlar, ya da dilerseniz, yaşam, olanın sürekli delmesi gibidir. Ölmüş yaşam, ölmüş olmakla değişmekten geri durmaz, ama yi-;tamamlanmıştır. Bu demektir ki, onun için bahisler kapanmıştır ve bun-
nusu değildir; ayrıca, radikal bir dönüşüm de söz konusudur; anık ona , bir şeyin gelmesi mümkün değildir, tümüyle kapatılmıştır, içine artık bir şey giremez; ama anlamı, dışarıdan değişikliğe uğratılmaya ^Çıktır, havarisinin ölümüne kadar, yaptığı işlerin anlamı (çılgınlık ya da gerçeğin duygusu, başarı ya da yenilgi) kendi elleri arasındaydı; “ben burada olduU ‘ vaş olmayacaktır”. Ama bu anlam sıradan bir kişiselliğin sınırlarını aştığı daha gerçekleştirilecek olan nesnel bir durum (Avrupa’da barış) aracıliğıy^^ ne olduğunu duyurduğu ölçüde, ölüm tastamam bir ^/ofesunluğu temsil eder nş havarisini çabalarının bizatihi anlamından, dolayısıyla da varlığından kılan başkasıdır. Bunu, kişinin kendi varlığı içinde ne olmuş olduğunu duyu, duğu bizatihi girişimi yenilgiye ya da başarıya dönüştürmeyi üstlenerek, çılg,„, lığa ya da dahice görüye dönüştürmeyi, kendisine rağmen ve bizatihi belirişiyi, üstlenerek yapar. Böylece ölümün varlığı bile, kendi yaşamımızın içinde vekay kalannın yararına, bizi bütünüyle yabancılaştırır. Ölmüş olmak, yaşayanlara yen olmaktır. Dolayısıyla bu demektir ki gelecekteki ölümünün anlamını kavraıuajj çalışan kişi, kendini başkalarının gelecekteki yemi olarak keşfetmek zorundadır, Şu halde bu kitabın Başkası-îçin’e ayrılan kesiminde gözden geçirmediğimizIj yabancılaşma durumu var: nitekim incelemiş olduğumuz yabancılaşmalar, başkasını aşılmış-aşkmiığa dönüştürerek hiçleyebildiğimiz yabancılaşmalardı, bunun gibi, özgürlüğümüzün mutlak ve öznel konumu aracılığıyla kendi dıjun-mızı da hiçleyebiliyorduk. Yaşadığım sürece, özgürce ortaya konan amaçlanm aracılığıyla hiçbir şey olmadığımı ama kendimi ne isem o olarak oldurduğumu ortaya koyarak, başkası için olduğum şeyden kurtulabilirim. Yaşadığım sûrra, esasen daha başka amaçlara doğru atılımda bulunarak ve her türlü şıkta, b dim-için-varlık boyutumun başkası-için-varhk boyutumla ölçülemeyecek tiden olduğunu keşfederek, başkasının bende keşfettiği şeyi yalanlayabilirim, Bdf-lece durmadan kendi dışarımdan kaçar, durmadan ona yakalanırım ve “bu kuşkulu kavgada” nihai zafer bu varlık kiplerinden ne birine ne de ötekine aitoı Ama ölüm olgusu, bu kavganın bizatihi içinde tam da basımlardan biri yadaba,'-kasıyla ittifaka girmeksizin kavgayı ve bahsi bir başka alana taşıyarak, yani ka» gamlardan birini aniden ortadan kaldırarak, nihai zaferi başkasının bakış aç® verir. Bu anlamda, başkasına karşı elde edilen geçici zafer ne olursa olsun, bai' “kendi heykelini yontmak” için başkasından yararlanılmış olsun, ölümanıkı-’î nızca başkası
,|.,sından almaya mahkum olmaktır. Gerçeklen de, kitabımızın Üçüncü Kıs-j^ı’nd'iseriiTilediğimiz realist görüşler paylaşılacak olursa, benim ölümden sonra-lığımın “başkasının bilinci içindeki” sıradan hayaletimsi yaşam, benimle ilgili sıradan tasvirler (imgeler, anılar, vb.) olmadığını kabul etmek gerekir. Baş-j,,l;in-için-varlığım gerçek bir varlıktır ve eğer ölümümden sonra, kaçarken bı-başkasının elleri arasında kalıyorsa, bu, anlamsız bir ha-yjlei olarak değil, varlığımın gerçek boyutu -yegane boyut haline gelen boyutu-,]eolur. Richelieu, 15. Louis, büyükbabam hiçbir biçimde anılanmın toplamı değildir, hattâ onlardan söz edildiğini işitmiş olan tüm insanlann anılannın ya
bilgilerinin toplamı bile değildir; onlar nesnel ve donuk varlıklardır, sadece dijsallıgın tek boyutuna indirgenmişlerdir. Bu şekilde, insanlann dünyasında kendi tarihlerini sürdürecekler, ama dünyanın ortasındaki aşılmış-aşkınlıklar-dan başkaca bir şey asla olmayacaklardır. Böylece, ölüm, beklentiyi nihai olarak onadan kaldırmak ve benim ne olduğumu duyuran amaçlann gerçekleşmesini belirsizin içinde bırakmak suretiyle yalnızca beklentilerimin elini kolunu bağlamaz — aynca öznellik halinde yaşadığım her şeye bir dışsallık anlamı kazandı-nr. ‘Yaşadığı” sürece kendini dışsallaştırmaya karşı savunan bütün bu öznel olanı ölüm yeniden kavrar ve tersine, başkasının keyfince ona atfedeceği her türlü nsnel imleme teslim etmek üzere onu her türlü öznel anlamdan yoksun bırakır. Bununla birlikte benim hayatıma böylece atfedilen bu “yazgrnın da belirlenme-mişlik içinde, erteleme halinde kaldığına işaret etmek gerekir, çünkü “Nihai olarak, Robespierre’in tarihî yazgısı ne olacaktır?” sorusunun cevabı, daha önceki şu soruya verilecek cevaba bağlıdır; “Tarihin bir anlamı var mıdır?”, yani “tarih tamamlanmak zorunda mıdır, yoksa sadece bitmek zomnda mıdır?” Bu sorun çözülmüş değildir — belki de çözümsüzdür, çünkü getirilen bütün cevaplann (idealizmin cevabı da dahil olmak üzere: “Mısır’ın tarihi, Mısır-bilimciliğin tarihidir”) kendileri de tarihîdirler.
Böylece, ölümümün yaşamım içinde keşfedilebileceğini kabul etliğimizde, ölümün öznelliğimin salt bir tükenişinden -bu tükeniş elbette bu öznelliğin içinde olduğundan, sonuç olarak yalnızca onu ilgilendirir- ibaret olamayacağını görüyoruz, Dogmatik realizmin ölümde ölüm hali görmekle, yani yaşama kıyasla bir îşkmiık görmekle hata ettiği doğru ise de, benimki olarak keşfedebildiğim haliyle ölümün zomnIulukla benden başka şeyi angaje ettiği de doğrudur. Gerçekten de, ölüm, benim için mümkün olanlann her zaman mümkün olan hiçlenişi olduğu
ölçüde, imkânlarımın dışındadır vc dolayısıyla onu bekleyemem, yani ona doğru, imkânlarımdan birine doğru rnialtığım gibi fırlalamam, ölüm kendi-içinin ontolojik yapısına aiı olamaz. Ölüm başkasının benimûzçfj deki zaferi olduğu ölçüde, daha önce gördüğümüz gibi, elbette temelli, aınj müyle olumsal bir olguya gönderir ve bu olgu da başkasının varoluşudur, başkası varolmasaydı, biz bu ölümü bilmeyecektik; eğer başkası varolmasaj ölüm bize kendisini keşfettiremezdi, özellikle de kendisini yazgı halindeki vaı ğımızın metamorfozu gibi oluşturamazdı; gerçekten de ölüm, kendi-içmin dünyanın, öznelin ve nesnelin, imleyenin ve tüm imlemlerin eşzamanlıkaykl şu olurdu. Eğer ölüm, belli bir ölçüde, bize benim imlemlerim olan o tikel imleıı lerin metamorfozu gibi görünebiliyorsa, bu, imlemlerin ve imlerin yerini alan İj başka imleyenin varoluşu olgusunun sonucudur. Ölümüm, bilincin ve dünyam; ortadan kalkması değil de öznellik olarak dünyanın dışına düşmüş olmamsa,İm nun nedeni başkasıdır. Şu halde, başkalarının varoluşunda olduğu gibi ölûmi de yadsınamaz ve temelli bir olgu özelliği, yani radikal bir olumsallık vardır, | olumsallık, ölümü daha en başından tüm ontolojik öngörülerden kurtanr, Veyj. şamımı ölümden kalkarak ele almak suretiyle bu yaşam üzerine düşünmek, öznelliğim üzerinde başkasının bakış açısını benimsemek suretiyle öznelliğimi düşünmek olur; bunun mümkün olmadığını gördük.
guia de estambul sundu yarın devam edecegiz.