guia de estambul ve varlık34 ewet sizlere en güzel yazıları yazan guia de estambul diyorki O yüzden, yaşamımızı yalnızca beklentilçfjj kendileri de beklenüleri bekleyen beklentilerin beklentisinden oluşu, düşünmemiz gerekir. Kendiliğin [ipseitĞ] bizatihi yapısıdır bu; kend^^^''* kendine varmak demektir. Elbette bu beklentilerin hepsi de artık hiçb, lemeksizin beklenen nihai bir terime yapılan bir göndermeyi ıçeririer, y leme değil de, varlık olan bir dinlenme. Bütün dizi, ilke olarak asla yan ve varlığımızın değeri olan, yani elbette “kendinde, kendi-için” doluluk olan bu nihai terime asılıdır. Bu nihai terim aracılığıyla, geçmişi„|j^ ve son olarak yineleriz; gençlikteki falanca deneyimin verimli mi yo^j mı, falanca ergenlik bunalımının kapris mi yoksa daha sonraki gerçek ön-oluşumu mu olduğunu sonsuza kadar biliriz, yaşamımızın eğnsjj,g suza kadar saptanır. Kısacası, hesap kesilmiş olur. Hıristiyanlar ölümü bu miij terim olarak göstermeye çalıştılar. Saygıdeğer peder Boisselot, benimle olduğu özel bir konuşmada, bana “Yargı gününün” tam da hamlenin anık «ej alınamadığı ve en sonunda ne olmuşsak onu onulmaz bir biçimde oldü^mııjk, hesap kesilmesi olduğunu telkin ediyordu.
Ne var ki burada, varoluşun öteki ucunda yer alsa da, daha yukanda Lej). niz’de saptadığımız hataya benzer bir hata vardır. Leibniz’e göre biz özgûıiz çünkü bütün edimlerimiz özümüzden gelir. Oysa özümüzün bizim taralımıi seçilmiş olmaması, bütün bu ayrıntılardaki özgürlük, tastamam bir esareti i-mek için yeterlidir: Âdem’in özünü Tanrı seçmiştir. Bunun tersine, miza anlamını ve değerini veren şey hesap kesimi ise, yaşamımızın öı oluşturan bütün edimlerin özgürce gerçekleştirilmiş olmasının önemi eğer hesabın kesileceği anı biz kendimiz seçmiyorsak onun anlamını bile kf yamayız. Diderot’nun aktardığı bir hikâyecikteki inançsız yazar bunu bir biçimde hissetmiştir. Mahşer günü, iki kardeş ilahi mahkemenin ö karlar. Birincisi Tanrı’ya şöyle der: “Beni neden bu kadar genç yaşta öldûrd® ve Tanrı cevap verir: “Seni kurtarmak için. Eğer daha uzun süre yaşamışolsf dm, tıpkı kardeşin gibi bir suç işlemiş olacaktın.” O zaman, öteki kardeşsoî “Beni neden bu kadar yaşlıyken öldürdün?” Ölüm varlığımızın özgür belitte' mi değilse, yaşamımızı bitiremez: bir dakika fazla ya da bir dakika eksikolduf da, belki de her şey değişecektir; bu dakika benim hesabıma eklenmiş ya d’I*' şahımdan çıkartılmışsa, bu dakikayı özgürce kullandığımı bile kabul etsek? şamımm anlamını kavrayamam. Oysa Hıristiyan ölüm Tanrı’dan gelir: sonsak-'
dakikaların ve saatlerin olmasını sağlayan ben olsam bile, öleceğim dakika jjeiiim tarafımdan saptanmış değildir: ona evrenin sekansları karar verir.
Eğer durum buysa, ölümün yaşama dışarıdan bir anlam kazandırdığını bile artık söyleyemeyiz: bir anlam, ancak bizatihi öznellikten gelebilir. Ölüm özgürlüğümüz temelinde belirmediğine göre, yapabileceği tek şey, yaşamı her türlü jnıleminden soymaktır. Eğer ben beklenti beklentilerinin beklentisi isem ve eğer son beklentimin nesnesi ile onu bekleyen kişi bir anda ortadan kaldırılmışlarsa, beklenti de geriye dönük bir tarzda saçma olma vasfını kazanır. Şu genç adam otuz yıl boyunca büyük bir yazar olmanın beklentisi içinde yaşadı; ama bu beklentinin kendisi yetmiyordu: beklentisi, yazacağı kitaplara göre kibirli ve sağduyudan yoksun inatlaşma, ya da kendi değerinin derinlikli anlayışı olacaktır, ilk kitabı çıkmıştır, ama bu kitap tek başına ne anlam ifade eder? Bu bir başlangıç kitabıdır. Varsayalım ki iyi bir kitaptır: anlamını ancak gelecek aracılığıyla kazanacaktır. Eğer tek kitapsa, hem açılıştır hem de vasiyettir. Yazacağı yalnızca bir tek kitap vardı, yapıtı tarafından sınırlandırılmış ve kıstınimıştır; “büyük bir yazar” olmayacaktır. Eğer roman vasat bir dizide yer alırsa, bu bir “kaza”dır. Bu romanın ardından daha mükemmel başka kitaplar gelirse, yazar birinci sınıf yazarlar arasına girebilir. Ama işte, tam da başka bir eseri kaleme alacak “kumaşa sahip” olup olamayacağını görmek için kaygıyla kendini yokladığı bir anda, bunun beklentisi içinde olduğu bir sırada ölüm yazarın kapısını çalar. Bu, her şeyin belirsizin içine yuvarlanıvermesine yeter: ölen yazarın tek bir kitabın yazarı olduğunu söyleyemem (yazacağı yalnızca bir tek kitap olduğu anlamında), birçok kitaplar yazdığını da söyleyemem (çünkü aslında, bir tek kitabı çıkmıştır). Hiçbir şey söyleyemem: Balzac’m Les Chouans'ı yazmadan önce öldüğünü varsayalım, birkaç berbat macera romanının yazarı olarak kalacaktı. Ama aynı anda, bu genç ölüolmuj olan beklenti, büyük bir adam olmanın bu beklentisi, her türlü imlecini kaybeder: bu beklenti ne körlemesine dikkafalı ve kibirlidir, ne kendi değerinin gerçek anlamıdır, çünkü bu konuda hiçbir şey, hiçbir zaman, karar ver-ceyecektir. Gerçekten de, onun sanatı için sineye çektiklerini, fedakarlıkları, Sürdürmeye razı olduğu karanlık ve zorlu yaşamı göz önüne alarak bu konudz War vermeye kalkışmak hiçbir şeye yaramaz: bir dolu vasat kişi, benzer feda 'açlıklarda bulunma gücüne sahip olmuşlardır. Tersine, bu davranışların niht kesinlikle belirsizlik
Bu zorunluluktan kurtulmak için intihara başvurmak beyhudedir 1^, benim özgün temeli olduğum bir son gibi, bir yaşam sonu gibi dûşûnjij^ Nitekim intihar yaşamımın edimi olduğundan, intiharın kendisi deya^j^ lecegin verebileceği bir imlem kazanır; ama yaşamımın sonuncu edimi dan, bu geleceği kendi yasaklar; böylece tümüyle belirsiz kalır. Gerçekte^ eğer ölümden kurtulur, ya da “kendimi ıskalarsam”, daha sonra intihanımijj korkaklık olarak yargılamayacak mıyım? Olay, daha başka çözümlerin de mûn kün olduklarını bana gösteremez mi? Ama bu çözümler benim kendi projeleıi®. den başka şeyler olamadıklarından, ancak ben yaşarsam ortaya çıkabilirlerimi, har yaşamımı saçma içine gömen bir saçmalıktır.
Fark edileceği üzere bu açıklamalar ölüme ilişkin düşüncelerden değil,teij. ne, yaşama ilişkin düşüncelerden devşirilmişlerdir; çünkü kendi-için, kendi vatlığı içinde varlığını soru konusu eden varlıktır, çünkü kendi-için her zamanki sonrayı talep eden varlıktır ve kendi-içinin olduğu varlığın içinde ölüme lıiçki yer yoktur. Şu halde, bir ölüm beklentisi, bizatihi ölümün beklentisi de daMd mak üzere, her türlü beklentiyi saçmaya indirgeyen belirsizdir olayın beklemiş olmaktan başkaca neyi imleyebilir? Ölümün beklentisi kendi kendisini yokedeı çünkü her türlü beklentinin olumsuzlanmasıdır. Benim bir ölüme yönelik pıt jem (intihar, şehitlik, kahramanlık) anlaşılabilir bir şeydir, ama dünyayaratw diyeti artık bir daha gerçekleştirmemenin belirsiz imkânı olarak benim ölüm yönelik projenin anlaşılabilirliği yoktur, çünkü bu proje bütün projeleriny edilmesidir. Böylece, ölüm, benim kendi imkânım olamaz; hattâ benim imloıı rımdan biri bile olamaz.
Esasen, ölüm, kendini bana açık edebildiği ölçüde, yalnızca benim için® kün olanların her zaman mümkün olan hiçlenişi -imkânlanmın dışmdakib niş- değildir, yalnızca bütün projeleri yok eden ve kendi kendisini yokf proje, beklentilerimin imkânsız yok oluşu değildir; başkalarının bakış açı»' ben olan ve bizzat kendimle ilgili bakış açısı karşısındaki zaferidir. guia de estambul Malraııü Umut ta, ölümün “yaşamı yazgıya
jjjphesiz budur. Gerçekten de, ölüm ancak olumsuz yanıyla benim imkânla-hiçknişidir: nitekim ben ancak daha olacak olduğum kendinde-varlıgm ^ [gnişiyls kendi imkânlarım olduğumdan, bir hiçlenişin hiçlenmesi olarak jlûiTi. Hegel’de bir olumsuzlamanın olumsuzlanmasmın olumlama olması anla-^ıiida, varlığımın kendinde olmasıdır. Kendi-için, “hayatta” olduğu sürece, gele-doğru geçmişinin ötesine geçer ve geçmiş kendi-içinin daha olacak oldu-şeydir. Kendi-için, “yaşamayı bıraktıgı”nda, bu geçmiş ortadan kalkmaz: hiç-varlığın kaybolması, kendinde türündeki varlığı içinde onu etkilemez; Ijendinde içine gömülür. Hayatım bütünüyle vardır, bu onun uyumlu bir bü-ı^nlûk olduğunu değil, kendi kendisinin ertelenmesi olmaktan çıktığını ve artık l^endisi hakkındaki bilinç aracılığıyla değişemeyeceğini imler. Ne var ki, tam ter-jjjıe, bu hayatın herhangi bir fenomeninin anlamı bundan böyle kendisi tarafından değil, durdurulan hayat olan bu açık bütünlük tarafından sabitlenir. Bu an-İjmın, özel ve temel vasfıyla, anlam yokluğu olduğunu daha önce gördük. Ama dancilve türev olarak, görece anlamın bin türlü yanardönerliği, bin türlü menevişi, “ölmüş” bir yaşamın bu temel saçmalığı üzerinde devreye girebilir. Örneğin, nihai anlamda her ne kadar boş olsa da, yine de Sophokles’in yaşamı mutlu geçmişti, Balzac’ın yaşamı muazzam bir çalışma içinde geçmişti, vb. Elbette, bu genel nitelemeler daha yakından çözümlenebilirler; bir anlatı içinde bu yaşama ilişkin bir betimlemeyi, bir analizi göze alabiliriz. O zaman daha ayrışık özellikler elde ederiz; örneğin, ölmüş bir kadın için, Mauriac’ın, kadın kahramanlanndan birini betimlerken kullandığı deyimle, “basiretli umutsuz” olarak yaşamış olduğunu söyleyebiliriz; Pascal’in “ruh”unun (yani onun içsel “yaşam”ının) anlamım, hietzsche’nin yazdığı gibi, “görkemli ve acı” olarak kavrayabiliriz. Bu değerlen-diımelerde, ölmüş kişinin hayatının belli bir dönemini “korkaklık” ya da “kabalıkla niteleyecek kadar ayrıntıya insek bile, yine de şunu gözardı edemeyiz; dü-jıinûlen döneme görece anlamını kazandıran tek şey, yaşayan kendi-için olan bu ‘sürekli-erteleme-halindeki-varlığın” olumsal tükenişidir. Radikal bir saçmalık İtmelinde beliren bu anlam özsel olarak geçici bir imlemdir ve geçiciliği arızi ola-mlî kalıcılığa geçmişdr. Ne var ki, Pierre’in yaşamının anlamına ilişkin bu farklı açıklamaların, bu anlamı yaşamı üzerinde gerçekleştiren Pierre’in kendisi oldu-I, bu yaşamın imlem ve yönelimini değiştiren bir etkisi vardır. Zira Pierre’in yaşamı hakkında yapılan her betimleme, kendi-için tarafından yapıldığın-kendinin bu
m metamorfoza uğratan Pierre’in kendi yaşamıdır. Şimdi, yaşamı ö^'''•I ğundan, bu yaşamın şimdiki zamanla tüm bağlarını keserek kendinde ri I içinde büzüşmesini yalnızca başkasının belleği engelleyebilir. Ölmüşbity belirleyici özelliği, onun, muhafızlığını başkasının yaptığı bir yaşama döı,1 olmasıdır. Bu demek değildir ki başkası, “yitirilen kişinin” yaşamıyla
tik ve bilişsel bir yeniden kurma işlemi gerçekleştirerek bu yaşamı aklınd;