guia de estambul ve varlık ve hiclik8299

 guia de estambul


guia de estambul ve varlık ve hiclik8299 bugün sizlere en güzel yazıları yazan guia de estambul diyorki olmam gerekir), sadece, Heidegger’in “Dasein isi je meines”* diye açıldı her Dasdn'a -isler olaniik, isler inoianiik kiple varolsun- özellikle dilikle [ipseiıe] ilgilidir. Böylece, bu bakış açısından, en sıradan aşk gibi yeri doldurulmaz ve biricikiir; hiç kimse benim yerime sevemez nun lersine, dünya içindeki edimlerim işlevleri, eıkililikleri ve sonuçlan dan düşünülecek olursa, başkasının da benim yaplığım şeyi her zaman ya ceği kesindir: eğer söz konusu olan şu kadını mullu kılmaksa, onun özgürlüğünü koruyup gözetmekse, onu selamete çıkaracak imkânlan ona inekse, ya da sadece onunla birlikte bir yuva kurmak, ondan “çocuklaryap,j^ sa”, eğer sevmek denilen şey bu ise, o zaman bir başkası da benim yerime lir, hattâ benim için sevebilir: sevdiği kadının mutluluğunu dileyen ve ta|a| “onu kendisinden daha fazla sevebileceği” için aradan çekilmeyi yeğleyen kahramanları betimleyen duygusal romanlarda binlerce kez anlatılmış olan karlıkların bizatihi anlamı budur. Burada rakip, tam anlamıyla, yerinesenndj, görevlendirilir, çünkü sevmek sadece “ona duyulan aşkla onu mutlu kılmak"jet. linde tanımlanır. Ve bütün davranışlarım için de bu böyle olacaktır. Nevarlj, ölümüm de bu kategori içinde yer alacaktır: eğer ölmek, bir şeyler tasarlaypp çekleştirmek için, bir şeye tanıklık etmek için, vatan için, vb. ölmekse, herlıaııj bir kişi de benim yerime ölebilir — tıpkı kısa çöpü çekeni yedikleri şarkıdaki p bi. Kısacası benim ölümümün hiçbir kişileştirici özelliği yoktur. Tam tersine,öt müm ancak öznelliğin perspektifi içinde yer alırsam benim ölümümü yeri doldurulmaz bir öznel yapan, düşünüm-öncesi tanımlanan öznelliğimdir, yoksa kendi-içinime yeri doldumimaz zandıracak olan ölüm değildir. Öyle olsaydı kendini niteleyemezdi nim ölümüm olarak ölümdür ve bunun sonucunda, ölüm olarak özselyapısı,® bu kişileştirilen ve nitelenen beklenebilir olay yapmaya yetmez.
Ama bunun dışında, ölüm eğer çok kesin bir biçimde benim ölüme mahkıl yetim olarak gösterilmemişse (sekiz gün içinde gerçekleşecek olan infazım,fe' talığımın yakın ve kesin öldüğünü bildiğim sonucu, vb.) asla beklenmişolaui çünkü beklenti onun beklentisi bile olsa, bu her türlü beklentinin saçmalŞ' açınlanışından başka bir şey değildir. Gerçekten de, öncelikle, “beklemek”İ® burada hep birbirine karıştırılan iki anlamını özenle ayırmak gerekir: ölûmûkî' meşini beklemek ölümü beklemek değildir. Biz ancak belirli süreçleri
(irüiekte oldukları belirli bir olayı bekleyebiliriz. Charires ireninin gelişini bekle-yebilk''^’ çünkü Chartres garından ayrıldığını ve tekerleklerinin her bir dönü-^^yle Paris garına yaklaşmakta olduğunu bilirim. Elbette rötar yapabilir, hattâ bir l(azabile olabilir; ama yine de, trenin gara girişinin gerçekleşeceği sürecin “yürür-Ij-jljte” olduğu ortadadır ve bu girişi geciktirebilecek ya da iptal edebilecek leno-[tıenler, burada yalnızca sürecin görece kapalı, görece yalıtık bir sistemden ibaret olduğunu ve aslında, Meyerson’un söylediği gibi, “lifli yapıda” bir evrene gömüldüğünü imler. Bu yüzden Pierre’i beklediğimi ve “treninin gecikeceği yolunda bir beklentim olduğunu” söyleyebilirim. Ama ölümümün tam da imkân olarak imlediği şey, yalnızca biyolojik yönden görece kapalı, görece yalıtık bir sistemden iba-letoluşumdür, ölümüm yalnızca bedenimin varolanların bütünlüğüne aidiyetine işaret eder. Bürada imkân trenlerin muhtemel gecikmeleri gibidir, Pierre’in gelişi gibi değildir. Öngörülmeyen, beklenmedik engellerin çıkması taralındadır ve bunu, beklenmedikliğin özgüllüğünü muhafaza ederek her zaman dikkate almak gerekir, ama beklemek zaten mümkün değildir, çünkü o belirlenmeyen içinde kendiliğinden kaybolur. Nitekim etmenlerin kesin bir biçimde birbirlerini koşullan-dırdıklan kabul edilse bile, ki bu kanıtlanmış bile değildir, burada metafizik bir terdh niteliği söz konusudur. Bu etmenlerin sayısı sonsuz ve sonuçları da son-suzcasına sonsuzdur; biraradalıkları, en azından ele alınan bakış açısından, bir sistem oluşturmaz, düşünülen sonuç -ölümüm- hiçbir tarih için öngörülemez, dolayısıyla beklenemez. Belki de, ben şü odada dingin bir şekilde yazarken, evrenin dummu öyledir ki, ölümüm çok büyük ölçüde yaklaşmıştır; ama belki de, tersine, büyük ölçüde uzaktadır. Örneğin, eğer bir seferberlik çağrısı bekliyorsam ölümümün yakın olduğunu, yani yakın bir ölüme ilişkin olasılıkların çok fazla olduğunu düşünebilirim; ama tam da aynı anda, uluslararası bir konferans gizlice toplanmış ve barışı uzatmanın yolunu bulmuş olabilir. Nitekim, her geçen daki-bm beni ölüme yaklaştırdığım söyleyemem. Eğer tümüyle genel bir yaklaşımla yaşamımın sınırlı olduğunu düşünürsem, beni ölüme yaklaştırdığı doğrudur, bason derece esnek olan bu sınırlar içinde (yüz yaşımda ya da yüz yedi yaşımda, ya da yarın ölebilirim), beni bu sona yaklaştınyor mu, yoksa ondan uzaklaş-"fiyor mu, gerçekten de bilemem. Çünkü yaşlılığın uç noktasındaki ölüm ile bi-I'olgun yaşta ya da gençlikte yok eden ant ölüm arasında mnazzam bir nitelik far-"'ai'dır. Birincisini beklemek,
ve amaçlarımızı sonluluk temelinde belirlemenin bir tarzı olduğunu
kabul etmektir. İkincisini beklemek, yaşamımın kaybedilmiş bir giriş,^ beklemek olur. Yalnızca yaşlılık nedeniyle (ya da belirtik mahkumiyet ölümler olsaydı, kendi ölümümü beklemem mümkün olurdu. Ama olan şey tam da odur ki, kendisini şu ya da bu tarihte bekleyenleri her de dolmadan önce şaşırtabilir. Ve eğer yaşlılık sonucu ölüm, seçimimizin luğu ile kanşabilirse ve bunun sonucunda ölüm yaşamımızın kapanış ezgis,' yaşanabilirse de (bize bir görev veriliyor ve onu yerine getirmek için^ûmanjj^ liyor), ani ölüm bunun tam tersi şeklinde ortaya çıkar. Ani ölüm öyledir ki biçimde öngörülemez, çünkü belirsizdir ve tanım gereği hiçbir tarihte beklen mez; gerçekten de ölüm her zaman beklenen tarihten önce beklenmedik hftj. çimde ölme imkânımızı ve dolayısıyla beklentimizin, beklenti olaruHiraldamıj olmasını, ya da o tarihten sonra da yaşayacak olmamızı ve bu beklentiden başb bir şey olmayarak, kendi kendimizden sonra da yaşayacak olmamızı içerir, Ap. ca, ani ölüm niteliksel olarak beklenen ölümden farklı olmadığından (herlıalj. karda birini ya da ötekini yaşadığımıza göre), biyolojik olarak da.yanii bakış açısından da, bu ölümlerin sebepleri ve onlan belirleyen faktörleraçısuıijıı da hiçbir şekilde farklı olmadıklarından, ani ölümün belirsizliği diğerinedeh laşır; bu da gösterir ki biz ancak, ya körlükle ya da kendimizi aldatarak yaşİ ta ölümün beklendiğini söyleyebiliriz. Nitekim görevimizi yerine getirmedenöiö ölmemiz de olasıdır, tersine, görevimizi yerine getirdikten sonra yaşamayadeıa etmemiz de olasıdır. Şu halde ölümümüzün, örneğin Sophokles’ın ölümü gl bir son akorlar tarzında çıkagelme şansı son derece azdır. Ama ölûmûmûzüni! dolayısıyla da yaşamımızın biçimine karar veren yalnızca şanssa, bir melod® | sona erişine en fazla benzeyecek ölüm bile bu haliyle beklenemez. Rastlantı, öl* hakkında karar verirken onun bir armoni içinde ortaya çıkan bir son olma m ortadan kaldırır. Nitekim bir melodinin sonu, melodiye anlamını kazandıül: için melodinin kendisinden yayılmak zorundadır. Dolayısıyla, Sophokles'inkir bi bir ölüm bir son akora benzeyecek ama asla bir son akor olmayacnlîiıVipi^ birkaç tane harfin rastgele bir araya gelmesinin belki bir sözcüğe benzeyec^ ama asla bir sözcük olmayacağı gibi. Böylece, rastlantının projelerim içinde® madan belirmesi benim imkânım gibi değil, tersine, bütün imkânlanmınhıçlf' şi gibi, imkânlarımın parçası olmayan hiçleniş gibi kavranabilir. Ûlûnıl»)’'' dünya üzerindeki mevcudiyetimi gerçekleştirememe imkânım değil, ben'”" mümkün olanların, imkânlarımın dışında ve her zaman
5u, zaten biraz farklı bir tarzda, imlemlenn düşünülmesinden hareketle de •fjjde edilebilir. Insan-gerçekliği imle>'endir, bunu biliyoruz. Bu demektir ki, in-san-gerçekliği ne olduğunu, ne olmadığıyla duyurur, ya da dilerseniz, kendi Icendine daha gelecek olandır. Dolayısıyla insan-gerçekliği eğer devamlı olarak kendi geleceğine angaje olmuşsa, onun bu gelecekten tasdikleme beklediğini söylememiz gerekir. Nitekim gelecek, gelecek zaman olarak, olacak bir şimdiki zamanın öntaslağıdır. Kendimizi bu şimdiki zamanın elleri arasına bırakırız, çünkü yalnızca o, şimdiki zaman kimliğiyle, ben olan öntaslaklaştınimış imlemi tasdik edebilir ya da geçersizleştirebilir. Bu şimdiki zamanın kendisi de geçmişin yeni bir gelecek zaman ışığında özgürce yinelenmesi olacağından, onu belirleyemeyiz, yalnızca ona doğru atılımda bulunabilir ve onu bekleyebiliriz. Güncel davTamşımın anlamı, beni ciddi bir biçimde aşağılamış olan falanca kişiye yöneltmek istediğim kınamadır. Ama bu kınamanın öfkeli ve sıkılgan mınldanma-lara dönüşüp dönüşmeyeceğini ve şimdiki davranışımdaki imlemin geçmişe dönüşüp dönüşmeyeceğini biliyor muyum? Özgürlük özgürlüğü sınırlar, geçmiş, anlamım şimdiki zamandan alır. Böylece, daha önce göstermiş olduğumuz gibi, güncel davranışımızı bize hem tümüyle saydam gösteren (düşûnüm-öncesi eogi-to) hem de beklemek zorunda olduğumuz özgür bir belirlenim aracılığıyla onu bizden tümüyle gizleyen paradoks açıklanmaktadır; yeniyetme, bir yandan dav-ramşlannın mistik anlamının tümüyle bilincindedir, öte yandan da “bir ergenlik bunalımından mı geçmekte” olduğuna yoksa sonuna kadar iman yoluna mı girdiğine karar vermek için bütünüyle geleceğine teslim olmak zorundadır. Böylece, daha sonraki özgürlüğümüz, güncel imkânımız değil de henüz olmadığımız imkânların temeli olduğu ölçüde, saydamlığın ortasındaki opaklık gibi bir şey oluşiumr. Yani Barres’in “aydınlığın ortasındaki gizem” diye adlandırdığı olgu gibi bir şey oluşturur. Kendimizi bekleme zorunluluğu, buradan gelir. Yaşamımız uzun bir bekleyişten başka bir şey değildir; önce, amaçlarımızın gerçekleşmesinin beklentisi (bir girişime angaje olmak, onun sonucunu beklemektir), özellikle de kendi kendimizin beklentisi (bu girişim gerçekleşmiş bile olsa, kendimi sevdirebilmiş bile olsam, falan rütbeyi, falan ayrıcalığı elde etmiş bile olsam, ge-nye bizatihi bu girişimin yaşamım içindeki yerini, anlamını ve değerini belirle->nek kalır). Bu durum, insan “doğası”nm olumsal bir bozukluğundan, bizi, ken-<litnizi şimdiki zamanla sınırlamaktan alıkoyan ve çalışarak düzeltilebilen bir asaletten değil, ama kendini zamansallaştırdığı ölçüde “ölan” kendi-içinin bizatı-
guia de estambul yazdı ve sundu..