guia de estambul ve madde bilgileri34

 guia de estambul


guia de estambul ve madde bilgileri34 sizlere bugün guia de estambul yazdı ve guia de estambul diyorki Bu şartlar dâhilinde düşündükten sonra tabf atin en basit ve süfli mevcûdları olan ve nebâtla hayvânlar arasında fâsıla teşkil ederek prolist nâmını alan birtakım mâddelerin, hattâ büsbütün gayr-i uzvî olan zerrelerin, şekil cihetiyle uzvî hayâttan uzaklaşmalarında hayret edilecek bir cihet kalmaz. Bi'l-akis nebat ile âlî hayvânlar arasında, yine onlarla billûrlar arasmda olduğu gibi hakîkî bir müşabehet göze çarpar.
"Kesîrü'l-mesken" (jwl]/llııılenıes) dediğ;imiz gâyet ibtidâ'î hayvanların bazı mühimleri nezdinde protoplazmamn pek garîb şekiller husûle getirdiğini görürüz ve bu müşahede bütün mevcûdlarm yani şu'â'iyye fasilesinin hep aynı hüceyreden husûle geldiğini isbât eder. Rliizopode'larda o kadar merâklı, muhtelif, garîb, hattâ zarif şekiller görürürüz ki, bu şekillere başka uzvîlerde bu mebzûliyyetle tesâdüf enderdir. Vücûdu mümkün olan her tip [140] ve tahayyül edilebilen her şekil burada da mevcûddur. Yavaş yavaş teşekkül ve tecessüm eder. Fakat bu garîb şekillerin son derecede bir zarâfetle inşâna hayret verecek tehâlüfler arz etmesindeki ma'nâ nedir? Mu'ayyen bir şekle mâlik olmayan protoplazma bu kadar şeyi nasıl husûle getirebilir?.. Buna dâ'ir hiçbir fikrimiz, hiçbir malûmatımız yok!" (Ernest Haeckel)
İşte bugün görmekte olduğumuz bu kadar muhtelif ve müte'addid şekiller, bu hayvani, nebâtî ve ma'denî esâslardan tedricî ve mütemâdi bir tahavvül ve tekemmül neticesinde husûle gelmiştir.
"Tedricî bir tahavvül neticesi olarak her dört yâhûd üç vechli zerrenin daha muğlak şekillere girebilmesi kabildir ki, protozoair'ler bu sûretle tekâmül ederek başka şekiller husûle getirmişlerdir. Kezâlik billûrlarda da tedricen yeni ve muğlak şekillerin husûlü görülmektedir. Her yeni şekil ise birtakım yeni hüceyre ve atomların tevellüd etmeleriyle zâlrir oluyor" (P. de]ouvencel). [141]
Şu mütâla'alara nazaran şekil hakkında esrârlı bir "husûsî kuvvet" e, mu'ayyen ve mahsûs bir kânûna, evvelden hazırlanmış bir plana i'tikâd etmek doğru olamaz. Tabî'ati olduğu gibi görmek ve telakki etmek lâzımdır; şekil bir üss değil, bir neticedir. Yani evvelden takdir edilmiş değü, belki birtakım te'sir ve aks-i te'sirler neticesinde, birçok kuvvetlerin gayr-i müdrik tazyikleri arasında zarûrî olarak husûl ulmuştur.
te'sîrler, şekli de mütehavvil bir hâle getirmişler ve gittikçe tekâmüle doğru sevk eylemekte bulunmuşlardır. Hindistan'ın ve Yûnânistân'm eski feylesofları şekil ile mâdde arasında uzun müddet çırpmmış durmuşlar ve bazen mâddenin ebedî şekilleri olduğunu söyleyerek, bazen de şeklin âlî ve evvelden mevcûd olmadığını iddi'â ederek birtakım yekdiğerine zıd ve za'îf nazariyyeler kurmuşlardır ki, tekâmül nazariyyesine dâ'ir kati hiçbir fikrin mevcûd olmadığı öyle bir devirde bundan ziyâdesi de tasavvur olunamaz.
Bugün biz mâzînin nihâyetsiz târihini istediğimiz kadar [142] karıştırıyoruz ve kâ'inâtm en ibtidâ'î hâli olan sehâb-ı muzîye kadar fikrimizi uzatabiliyoruz. Bununla berâber yine şekil ve omm rolü hakkmda pek ifrâtlı bir hüküm veremeyiz Bazı âlimlerin mâdde hakkmda olduğu gibi şekil hakkında da gâyet müfritane hükümler vermeleri asla doğru ve kat'î olamaz
Çünkü şekil hakkmda ifrât inşânı hayâliyyûn mezhebine sevk edeceği gibi, mâdde hakkmda ifrât da mâddi)'}'ûn mezhebine sevk eder. Hâlbuki bunlar, yani mâdde, kuvvet ve şekil yekdîgerinden kat'iyyen ayrılamaz ve kâ'inât, bizzat ve ezelden beri mevcûd olan bu şeyler üzerine kurulmuştur. Bu esâs günden güne daha ziyâde inkişâf ediyor ve tahsil görmüş zihni açılmış kimselerin rağbet ve i'timâdma mazhar
Tabî'atin ebedî olan hareketlerini ve mütemâdiyen mâzîden istikbâle geçme ameliyyelerini, her türlü teşekküllerini ve her türlü tahallüllerini idâre eden kânunlar, vaktiyle bazı ibtidâ'î kavimlerin tahayyül ettikleri gibi kâ'inâtın hâricinde sâkin bir kânûn vâzı'ı tarafından tertîb ve tanzim edilmemiştir. O ibtidâ'î kavimler tarafmdan farz olunan bazı hurâfeler hâlâ za'îf fikirlileri ve câhilleri iğfâl edebilmesine rağmen, tabî'atin kânûnlan, tabî'î eşyânın kat'î ve zarûrî olan bir "ifâde"sinden başka bir şey değildir. Yalnız bu ifâdeyi tedkîk ve tetebbu' ile uğraşanlar bir kıyâs neticesi olarak "kânûn" nâmmı ihdâs etmişlerdir ki, bu nâm birtakım yanlış fikirlerin tevellüdüne sebebiyyet verdi. Çünkü buradaki kıyâs hakîkî bir kıyâs olamaz. Tabî'atteki hâdiseler [144] ve eşyâyı yekdiğerine rabt eden kat'î ihtiyâç ile bir kânûn vâzı'ımn irâdî ve hikemî olan karârları beyninde çok fark vardır, tabî'atin kânûnlan, mâddenin ne dışında ne de yanıbaşmda bulımmazlar. Buradaki kânûnlar, yine aym şeylerin yekdîgerinden ayrılamayacak bir sûrette birleşmelerindeki hâssalan, hareketleri ta'rîf eden ve bunlarm vaz'larmı söyleyen "fennî bir ifâde"dir. Cezâ kânûnu vesâ'ire gibi insânlara mahsûs kânûnlarda bir kânûn vâzı'ımn, yani irâde sâhibi bir mevcûdun -ki bu mevcûd bir kişi olduğu gibi bir hey'et de olabilir- vücûdu kat'î olsa da tahf ate mahsûs kânûnlar hakkmda böyle bir ihtiyâç ve kat'iyyete asla lüzûm yoktur. Bu kânûnlar mâddeyi yâhûd tabî'ati idâre etmezler. Belki mâdde ve tabî'atle berâber bulunurlar. Onların esâsmı teşkil ederler.
Bundan anlaşılıyor ki, tabî'atin kânûnlan aslâ değişmez. Yani bu kânûnlarm hiçbir irâde ve ârzû ile münâsebetleri yoktur. Hâricden gelecek hiçbir te'sîre tâbi' değildirler. Yani ebedî ve tabî'atin her türlü hâssalanyla [145] müşterekdirler. En ehemmiyyetsiz hâdiselerden en mühimlerine kadar kâ'inâtta hiçbir şey yoktur ki, tabî'atin kânûnlan neticesinde vücûd bulmamış olsun. Merhamet ve inlünâ kabûl etmez bir kat'îlik tekmil mâddeyi ve tabî'ati hükmü altında tutmaktadır.
"Tabı ahn kanunları Kat luguı en şeuıa Dır ifâdesidir" (Moleschott).
Burada hiçbir müstesna vâki' olmadığı gibi, hiçbir mağdur da yoktur ve kâ'inâtta hiçbir kudret, hiçbir iktidâr tasavvur olunamaz ki, bu kânûnJarm tahakkümü altından çıkabilmiş ! olsun. Altından tutulmayan bir taş parçası dâ'imâ arzın i merkezine doğru düşmek mecbûriyyetindedir. Yine hiçbir emir, hiçbir irâde Güneş'i durdurmaya ve istikâmetini değiştirtmeye muvaffak olamaz. On asır evvel icrâ edilmiş bir tecrübe, tahfatteki kânûnların kat'iliğine dâ'ir bütün âlemlere iyi bir fikir vermiştir. Bu fikir yavaş yavaş i'tirâz kabûl etmez bir kâ'ide, aksi söylenemez bir bedâhet hükmüne geçti. Dâ'imâ hakikati ta'kîb [146] eden ve onu arayan fen, eski kavimlerin ibtidâ'î ve çocukçasma i'tikâdlarmı cerh etti. Birtakım vaz'iyyetleri değiştirerek şimşekleri, yıldırımları, ay ve güneş tutulmalarmı ilâhlann elinden aldı ve eski "Titan-Dev, Cin"lerin bütün kuvvet ve kudretini insânlara verdi. Vakti}'le îzâh edilemez gibi görünen birçok hâdiselerin, mu'cize ve kerâmetlerin, mâ-fevka't-tabî'a bir kuvvet tarafmdan vücûda getirildiği zann olunan bütün bu şeylerin, birtakım keşifler sâyesinde, tabî'atin henüz tanınmamış bazı kuvvetleri olduğu meydâna çıktı. Fennin mütevâlî darbeleri altmda birtakım rûhlarm ve ilâhların kuvveti sür'atle sükût etti. Medenî kavimler arasındaki bâtıl i'tikâdlar mevki'lertni fenne ve vukûfa terk ettiler. Bugün bütün i'timâdımızla ve büyük bir kat'îlikle iddi'â edebiliriz ki, bu dünyâda sebebsiz hiçbir şey olmadığı gibi, hiçbir mu'cize ve hiçbür kerâmet de yoktur. Vâki' olan, vâki' olmuş bulunan, vâki' olacak olan her şey, basit bir tahFatin içinde, yani ezelî-ebedî olan madde ve kuvvetin [147] kânûnları altında olmaktadır, olmuştur ve olacaktır. Arzm ve semânm -ne kadar müdhiş olursa olsun- hiçbir inkılâbı yoktur ki, tabî'îliğin hâricine çıkabilsin. Patlayan dağları, tuğyan eden denizleri idâre eden, yıldızlara yollarmı gösteren, insânları ve hayvânları yaratan şey, semâlardan doğım uzamp gelen mechûl bir kudret eli değil, belki yine aym kânûnlardır. Yine bizim bildiğimiz ve mâddeden hiç ayrılmayan kuvvettir ki, dağlan titretir, denizleri altüst eder, yıldızlara yollarını açar ve mahlûkları yaratir. Ateşle su birleştiği zaman husûle gelen şev, buhâr ve bu buhârın etrâfma icrâ edeceği tazyîkdir. Bir buğday dânesi yere düştüğü zamân muüakâ filiz çıkaracaktır. Müsâ'id
guia de estambul yazdı ve sundu..