guia de estambul ve madde bilgileri78 evet arkadaslar sizlere en güzel bilgileri yazan guia de estambul diyorki Kuvvet ve hareket fikirleri nasıl mâddenin zarûrî birer hâssası ise, şekil fikri de aynıyle zarûrî bir hâssasıdır. Şekilsiz bir mâddenin ne kâ'inâlta vücûdu tasavvur olunabilir ne de anlaşılması kâbil olur. Her mâddenin -velev nâkıs, velev enbriyon hâlinde olsun- mutlaka bir şekli vardır. Hattâ fezanın içinde, bizim schâb-ı muzî dediğimiz mâddeler bile rüşeymi bir hâlde birtakım şems manzûmeleri oldukları hâlde, yine şekilden vâreste kalamıyorlar ve biz onları tecrübe ve tarassudlarımız sâyesinde muhtelif şekiller altında fark ve temyiz ediyoruz. Şu kadar ki, Minerva'nm Jüpiter'in dimâğından çıkması gibi şekil de mâddeden çıkmış değildir. Şekillerin bugünkü intizânu, uzun bir sa'y ve inkişâf neticesinde tedricen [133] husûle gelmiş ve milyonlarca seneye ihtiyâç göstermiştir. Bu inkişâfın izhâr ettiği şeklin tarzına gelince, bu tarz bize isbât eder ki şeklin, evvelce düşünülmüş, tertib olunmuş ve hazırlanmış olmasmın aslâ ihtimâli yoktur. Bi'l-akis bu husûsda hiçbir plan, hiçbir düşünce, hiçbir fikir görülemez. Şu kadar ki, her mevcûd tedricen, fakat inkıtâ'sız bir sûrette inkişâf ve tekemmül etmeye sâ'îdir. Bu inkişâf ve tekemmül, fırsata ve hâle nazaran kendisine ta'yîn edeceği bir istikâmet üzere gittikçe yol alır. Dâhilen olduğu gibi hâricen de kendini gösterir ve bir intizâm dâhilinde sâhibini gittikçe daha mükemmel bir şekle mâlik eder. Eğer mâddeye ve tabı'ate has olan bu şekil evvelden tertib edilmiş ve bahş olunmuş bir şey olsaydı bugün pek âşikâr bir sûrette nazarımıza çarpan, kâ'inâtin şeklindeki terakki ve muhtelif şems manzûmelerinin dâ'imâ değişmekte olan şekilleri ve bununla berâber Arzımızın muhtelif devirlerindeki uzvi ve gayr-i uzvîlere â'id şekiller zuhûra gelmemek icâb ederdi. Hâlbuki aksi, tecrübe [134] ile sâbittir. Mâddenin ne garîb ve kâ'idesiz bir tarzda tebdîl-i şekl etmekte olduğu da nazar-ı dikkate alımrsa, evvelden tertib olunmuş bir şekil planı i'tikâdı pek bî-gâne kalır ve fenlerle tezâd
Tabî'atteki eşkâl nihâyetsizdir ve iki şekil görülemez ki, yekdiğerinin tamâmiyle aynı olsun; bu ise mâddenin yine rnâdde ile olan bî-nihâye mücâdelesinin isbâtıdır. Bir kış, kar dânelerinin gâyet zarif ve hârikalı olan şekillerini tedkîk edelim, göreceğiz ki her gün başka bir türlüdür. Vâkı'â bu şekil ihtilâfı hissolunur olunmaz bir derecededir. Fakat yine bir ihtilâldir.
"Kar dânelerinin muvakkat olan her şekli, tazyikin, ruhlbetin, hararetin, ziyânın, elektriğin, havadaki terkîb-i kimyevî hâssasınm derecelerine göre husûle gelir ve bir ressâmı imrendirecek derecede mebzûl ve mütehâliftir" (Carus Sterne).
Uzvî âlemin derece derece inkişâf etmesi ve bu inkişâf içinde tabiatin dâ'imâ tahavvüle ve şekil tebdiline [135] doğru manzûr olan inhimaki eşyayı mütemâdiyen tekemmüle sevk eder ki, bu hareket dahî mâddeye â'id her amelin ve aks-i amelin kat'î ve zarûrî bir neticesi olan şekli isbât eder. Bî-nihâye ve hesâbsız denecek derecede uzun ve müte'âkib senelerin cereyanıyla, uzvî şekiller şimdiki mükemmehyyete girmiş ve sayısı kâbil olmayacak bir derecede çoğalmıştır. Bu şeküler arasındaki cüz'î ve küllî ihtilâflar ise, dâhili ve hârici birçok mu essirler dolayısıyla husûle gelen lâ-yetenâhî bir tenâsühün îcâblarıdır ki, her hayât sâhibi bu sûretle yaşar ve zâten hayât da bu demektir... Gerek bir nebât gerek bir hayvân için kat'î ve sâbit bir şekU ta'yîn etmek hiçbir zamân mümkün olamamış ve olamayacakhr. Çünkü ne eskiden ne de şimdi, uzun müddet şeklini muhâfaza eden bir hayât sâhibi görülememiştir ve birçok müşâhede ve tarassudlar gösteriyor ki, görülmesinin de imkânı yoktur. Bi'l-akis her hay vânm, her nebâhn günden güne şekli değişiyor ve bunların şekillerini tebdil etmekten hâli kaldıkları bir dakikaya bile [136] tesâdüf ulunamıyor. Meselâ kuşlarla yılanlar, balıklarla zâtü'l-fıkra olan sâ'ir âlî hayvânlar, ibtidâki husûllerinde yekdîgerinden farksız iken, gitgide aralarında ne büyük ihtilâflar hâsıl etmişler ve birbirlerinden ayrılmışlardır. Şu kadar ki, bir derece âlî olan bir şekil bir derece daha aşağıda bulunan şekilden zuhûr etmiş ve bu sûretle bugünkü tekâmül husûle gelmiştir. İşte bu misâller de gösteriyor ki, uzvî tabî'atte hiçbir şeyin sâbit ve evvelden ta'yîn olunmuş bir şekli yoktur. Her şekil hâle, zamâna, muhitin îcâblarına göre ta'ayyün eder ve meydâna çıkar.
^ Bu nazariyyeyi asrımızda pek ziyâde terakki etmiş olan ilm-
ayât dahî tasdik ve isbât eder. Uzvî âlem, en âdî kısmından Q7
Louis Büchner
en âlî kısmına ve en basit cüz'lerinden en muğlak kısıml^ kadar, tamâmiyle şekil tebdili mecbûriyyetinde bir unsûrdl'J mürekkebdir. Bunu bugünkü tahayyüller sarâhaten gösteriyo. Meselâ bir hücreyi dikkatle mütâla'a edersek, bir larafdan bir çekirdekten ve gâyet ibtidâ'î bir mürekkebden [i37] ibâreı olduğunu görüyoruz ki, bu mürekkebin de ismi protoplazma yâhûd "mâdde-i musavvere-i ûlâ"dır. Mâdde-i musavvere-j ûlânın son derece basit olan hayât hâssasma gelince, bu da hâvi olduğu karbonun terkibinin kimyevî ve hikemî hâssalannın hulâsasıdır. Burada karbon zerreleri küçük şibh-i albuminiyye (albuminoid) kütleleri şeklinde yarı mütehassir, mütecânis, tagaddi ve "tekessür-i ânzf'ye müsta'id bir hâlde bulunur ve vazifeleri bazı âlî hayvânlarda olduğu gibi husûsî ve mükemmel uzuvlardan sâdır olacağı yerde, bizzat mâdde-i musavvere vâsıtasiyle husûle gelir. İşte bu küçük kitleler, bu hüceyreler, gayr-i uzvUerle uzvîler arasmda bir hudûd, bir güzergâhdırlar. Ve bize birtakım mü'essirler ve muhitin îcâbları altmda uzvî şekillerin nasıl tedricen tahavvül ettiklerini ve nasıl yeni yeni terkîbler, şekiller husûle getirdiklerini irâ'e ederler.
Uzvî âlemde hüceyre ne ise, gayr-i uzvî âlemde de billûı ifristal) odur. Hattâ şekillerdeki ihtilâf, iki [138] silsile arasına mühim bir ayrıhk vaz' edecek mâhiyyette değildir. Çünkü biUûr zerreleri dahî mu'ayyen bir şekli hâ'iz olmayan "Ana sudan {eau mere) tahassül eder. Bu zerreler arasmda yan yana gelmiş olmaktan başka bir husûsiyyet yoktur. Böyle iken bile, kendi aralarında dikkate şâyân ve dâhili bir hayât uyandırırlar; o sûretle ki, bunlarm kat'iyyen mevt hâlinde olduklarım kimse iddi'â edemez. Bi'l-akis bunlarla uzvî hayât arasmda bit mukâyese icrâsma kadar inşân cesâret eder. 1849 senesinde Reichert tarafmdan albümin ve protein tebellürleri üzerinde icrâ olunan tecrübeler bunlarm da üpkı uzvî mâddeler gibi olduklarmı ve zerrelerin, protoplazmalarda görülen hâssalara müşâbih hâssalar irâ'e ettiklerini isbât etmiştir. İşte bu hâdise hüceyre ile billûr, daha doğrusu uzvî âlemle gayr-i uzvî âlem arasmdaki uçurumu doldurmuş ve bunlar arasındaki münâsebetleri meydâna çıkarmıştu. Hakîkaten kristaloidlert tebellür etmiş hüceyreler demek ve biraz evvel zikr olunar mü'ellifin fikrini kabûl etmek îcâb eder ki, [139] bu fikre gört uzvî üe gayr-i uzvî arasındaki fark, mürekkeble basît arasındak farktan başka bir şey değildir.