guía de estambul ile madde varlık bilgisi87
evet sizlere en güzel bilgileri yazan guía de estambul ddiki Fakat bu hareketler aslâ irâdî değildir, belkTii^îJ^ hareketlerdendir.Bu hâlde bulunan bir cenin daha düşünemez Mevcûdiyyete â'id en küçük bir fikre bile mâlik değildir. Eğer Profesör Kussmaul'nun dediği gibi, zekânm en ibtidâ'î ımsûrlarmm böyle bir ceninde yavaş yavaş teşekküle başladıkları iddi'â olunursa, biz bu kabil bir teşekkülün ancak bazı mübhem hislere tahsis olunması icâb edeceğine kâni'iz ki, bu hisler de cenini rahim ile iltisâka ve kendini [527] besleyecek mâyi'i ahza hizmet eden hislerden ibârettir. Herhalde bu ceninlik devresine â'id hiçbir hâtıraya bi'l-âhere büyük bir insânm hâfızasmda tesâdüf edilemiyor.
Bu mes'eleyi kolaylıkla hail edebilmek için rahim dâhilinde bulunan bir ceninin gûyâ hareketine dâ'ir olan bazı pek tuhaf münâkaşaları dahi tahattur etmemiz iktizâ ediyor. Bu kabü münâkaşalar bi'l-hâssa çocuk düşürmenin ahlâki ve adlî bir cinâyet telakki edilmeğe başlandığı günden i'tibâren ciddî bir şekü almış ve ehemmiyyet kesb etnuştir. Çünkü çocuk düşürene câni diyebilmek için düşürülen, düşürülerek telef edilen şeyin bir "hayât sâhibi" olması icâb eder. İşte bu husûsda bir karâr verebilmek için de cenine şahsi bir ruhun dâhil olduğu zamâm ta'yin edebilmek lâzım geliyorsa da gerek fen ve gerek manhk cihetinden böyle kat'i bir dakikamn ta'yin edilememesi mes'elenin ne kadar boş ve bi-hûde olduğunu isbâta kifayet ediyor. Çünkü mes'elenin aksi kabûl edildiği takdirde mâ-fevka't-tabfa ve âli bir kuvvetin mezkûr cenine birtakım mu'ayyen [528] fikirlerle teçhiz olımarak hazırlanmış bir rûhu idhâl ettiğini tasdik eylemek icâb eder. Roma adliyyesi ve hukûkiyyât^ âlimleri rahim dâhilindeki cerdni ayrıca bir mahlûk telakki etmeyerek vâlidesinin cismine â'id bir uzuv, bir kısım add ediyorlardı. Bu hâle göre her valide rahmindeki cenini istediği gibi idârede, yani düşürüp düşürmemekte muhtâr bulunuyordu. Yûnânistân feylosofları dahi aym fikri kabûl etmişlerdi. Bi'l-hâssa Eflâtûn ve Aristoteles çocuğunu düşüren bir vâlidenin ne kânûn ve ne de ahlâk cihetinden mes'ûl olamayacağım söylediler.
5re çocuk ancak teneffüse başladığı zamân kendine â'id olan ahz etmiş olur. îşte ilk zamânlarm i'tikâdı hep bu yolda jdi, Sonralan, Roma hukûkiyyât âlimlerinden Ulpien'in ^aınânında çocuk düşürmeğe karşı bir kânûn yapıldı justinyanus'un [529] mahallesinde ceninin hayâta mâlik olması gebeliğin kırkmcı gününden i'tibâr olunmuştur. Son zamânlarm hukûkiyyât âlimleri hareketin ve hayâtın zuhûrunu gebeE husûliyle tev'em add ederler. Bu nazariyye dahî fennin bize ihzar edivermiş olduğu esâslarla tevfîk olunabilecek bir hâlde değildir. Her kim bir hurdebîn altmda içerisine menevî huveynlerin dâhil olmuş bulunduğu bir beyzi görmüş ise, hiç şübhe yoktur ki yumurtada bile rûh olduğu fikrini kabûlde tereddüd etmez. Hakîkaten bir yumurta ve bir rüşeym ma'nevî yâhûd zekâ'î vasıflarm inkişâfma esâs olabilecek birtakım husûsiyyetlere ve mâddî vaz'iyyetlere mâlik olmak mecbûriyyetindedir. Fakat böyle bir rüşeymde mâddî olmayan bil cevherin yâhûd birçok fikir ve bilgilerin ve cibiUî idrâklerin vücûduna ihtimâl verilemez.
Mâ-fevka'l-tabra ve dînî felsefe, ancak şimdi gözlerimize gayet basit görünen birçok şeyleri vaktiyle sahte şa'şa'alar altmda irâ'e etmiştir. Bu sahtekârlıklar bi'l-hâssa zamânunızda pek vazıh bir sûrette kendini gösteriyor. [530] Musa ve Mısırlılar bir ceninin ana rahminde bulunduğu müddetçe cansız olduğuna kat'î bir sûrette kâni' idiler. Talmud'un hukûkiyyâtmda bir cenîn doğmazdan evvel vâlidesinin bir U2VU gibi telakki olımacağmdan kendisinin her ne zamân olursa olsun düşürülmesine cevâz vardır. Eski zamândan kalan bu i'tikâd bugün bile Hristiyan olmayan birçok kavimler beyninde bâkî ve câridir. Arabistan'da umûmî ahlâka tamâmiyle zıdd ve âdeta cânîce olan bu âdete İslâmiyyet hitâm vermiştir,
Gâyet tuhaf ve tuhaf olduğu kadar inanılamayacak bir şey varsa, o da çocuk vâlidesinden çıkar çıkmaz o civarda kendine örahsûs olan yeni ikâmetgâhı arayarak hazırlanmış ve üpkı 'îieczûblarm cismine dâhil olan iyi sâ'atte olsunlar gibi çocuğa girmeğe çalışan bir rûh tasavvurudur. Hâlbuki zekâ yâhûd rûh [ienilen şey inşândaki hâssalarm tedricen uyanmasmdan başka
Louis Büchner
isa verâset te'sîriyle bazıS> isti'dâdlar arz eder ve bu isti'dâdlar bi'l-âhere hâricden gei intibâ'ların te'sîri altında bazı hâssaların ve ma'nevî vasıflar^ teşekkülünü mûcib olur. Meselâ hiç mevcûdiyyetj^ hissettirmeden inkişâf eden tabfî sevk, tefekkür uzvumuzun yâhûd asabi cümlenin bazı âdetleri kendi kendimize iktisâb edilebilecekleri gibi, ana ve babadan dahî bize intikâl etmiş olabilirler. Fakat hiçbir vakit bir idrâk, bir fikir, mu'ayyen bir vukûf cibillî olamaz.
En meşhûr garîziyyât (fizyoloji) âlimlerinden Rudolf Wagner, feylosof Lotze ile berâber tenâsülün garîziyyâtmdan bahis ederken ana ve babadan evlâda geçen bazı ma'nevî hâssalarm mâddî olmayan, taksim kabûl etmeyen, vücûddan vücûda geçebilen bir cevher, bir rûh isbât edecekleri nazariyyesini de te'sîse çahşıyorlar. Fakat bu fikir tamâmiyle cerh edilebilir. Hayvânî rüşeymlerin ma'nevî ve hakîkî bir cevhere mâlik oldukları fikri üzerine istinâd [532] eden böyle bir nazariyye hiç de kabûle şâyân değildir. Çünkü böyle bir cevheı mevcûd olsa bile taksim kabûl etmeyeceği gibi intikâl hassasına dahî mâlik
Çocuğun hâssalarma ve isti'dâdlarma nisbetle ikind dereceden kaldığı hâlde yine gerek doğrudan doğruya kendi hasseleri vâsıtasiyle gerekse tahsil, terbiye, tecrübe gibi ajıu zamânda aklmm dahî mu'âvenetiyle, zekâsmda husûle gelen son inkişâf, rûhun menşe'i hakkmda şahıssız ve tarafsız bir sûrette serd ettiğimiz fikirleri te'kîd ve tesbît eder ve bunu hiçbir mu'ârız fikir cerh ve ibtâl edemez. Hâsselerimiz birtakım idmânlar sâyesinde kuvvetlendikçe ve hârici intibâ'lar terâküm ve tekerrür ede ede hiss olunmaz bir sûrette idrâk uzvumuz üzerinde hârice â'id intibâ'lar bıraktıkça, fikirler ve i'tikâdlaı dahî yavaş yavaş teşekkül ve te'essüs etmeğe başlarlar. Bu sûretle insâmn tamâmiyle kendiliğine, yani kendi vicdanına mâlik olması pek zahmetli ve uzun bir zamanın geçmesine vâbeste olur. Bundan evvel, yani bütün uzuvlarını mu'ayyen vazifelerinde kullanabilecek [533] bir vaz'iyyete gelinmedikçe eşyâmn mecmû'-ı hey'etini idrâk ve ihâta edebilmek mümkün değildir. Buna misâl olmak üzere sabâvet devrimizi zikr edebiliriz ki, herkesin ma'lûmudur. İşte bu sûretle tedricî bir hâlde vâki' olan ma'neviyyete â'id ve kısmen hissolunmayan tekemmül bi'l-âhere inşâm mâzîvi
Madde ve Kuvvet / Çevriyazı
^;^siolan tahfati tahkir ve kendisini semâdan gelmiş ve bir tarafından olduğu gibi yaratılmış farz etmeğe kadar sevk g^yor. Hattâ bütün fikirlerinin, bütün bilgilerinin İlâhî bir laevhibe olduğunu, yani cibillî bulunduklarmı zann ettiriyor.
Fakat hakikati anlamak için yine tarafsız bir nazarla kendi Biâzîmizi ve tabratin bazı hâsseleri kendisinden diriğ ettiği yvallüan bir kere gözden geçirmek kifâyet eder. Meselâ, sağır ve dilsizler pek çok ve müdhiş zahmetlerden sonra ancak diğer insanların seviyyesine yaklaşabiliyorlar. Kezâ ana ve babalarının haset ve zulmünden dolayı evlerde kapah ve ekseriyyâ kendi arkadaşlarım görmeyerek medenî [534] cem'iyyetten hâriç büyüyenler ve köylerde, ormanlarda çocukluğu geçirenler hep bu hâldedir. Bunlar tıpkı hayvânlar gibi yaşarlar, yemekten ve tenâsülden gayri bir ihtiyâçları yoktur. Kendilerinde ilâhiyyât âlimlerinin iddi'â ettikleri "cibillî" fikirlerden hiçbiri bulımmaz. "Ulûhiyyetin şerâresi" onlarda ayân değildir. Bütün hâsselerden ve şu hâlde her türlü inbbalardan mahrûm olarak doğmuş bir adam bpkı bir ağaç gibi yaşar, dimâğı bomboş ve fa'âliyyetsizdir. Artık zann ederim ki hiç kimse, böyle bir adamm Allah tarafmdan kendine bahş olunan, "cibillî" fikirler sâyesinde tefekkür ve ta'akkule muktedir olduğunu iddi'âya cesâret edemez.
Hayvânlar arasmda dahî cibillî fikirler nazariyyesini kat'iyyen cerhe medâr olacak birtakım deliller mevcûddur. Her ne kadar gûyâ tabfî sevk denilen hâssayı cibillî fikirler taraflılan kendi müdde'alarma bir delîl telâkki ediyorlarsa da buhusûsda şiddetle aldandıkları âşikârdır. Aşağıda gelecek olan bâblanmızm birisinde uzım uzadıya anlatılacaktır ki, kelimenin âdi ma'nâsıyla aslâ tabî'î 1535] sevk mevcûd olamaz, lani kendi kendini müdrik olmayan, te'sîrine hiçbir vakit mukabele edilemeyen, dâ'imâ aym olan, hiç aldanmayan, iâ'imâ aynı mu'ayyen gayeye doğru giden ve esâs İlâhî ve labîatin fevkinde bulıman böyle bir kuvvet, bir tabî'î sevk ^âlinden başka bir şey değildir. Bütün hayvânlar da üpkı '>ütün insanlar gibi -velev ki nâkıs bir derecede olsun-‘^'Işünürler, öğrenirler, tamrlar, his ve muhâkeme ederler, yani Wvânlar dahî ta'lîm ve terbiye ile teşekkül ederler. Bir inşân muhitin ana-babanm, hısımlarm, tecrübelerin, sinnin ve feneğin te'sîrleri altmda rûh denilen asabı kuvvete mâlik ^Ursa, bir hayvân d» Vortrli
etmiş isti'dâdlarm aym şartlar altmda vâki' olanhkjf^ sâyesinde bir rûha mâlik olur. Şu kadar ki bu rûh, hâssalarm*^ uzuvlarm noksanı sebebiyle inşân rûhuna nisbetle daha mübhem ve daha za'îfdir. Meselâ tagannî eden kuşların by isti'dâdları herkesçe de tanınmış olduğu üzere aslâ cibi| değildir. Yalmz kendilerinde cedlerinden tevârüs tarîkiyle [53^1 inkişâf ettirilmesi îcâb eder. Pek çok defa farkma varılmışbr ki, bazı kuşlar ve hele ispinoz kuşları muhtelif memleketlerde, muhtelif sûrette tagannî ederler ve yine birtakım tagannî eden kuşlar görülür ki, kendi seslerine yabancı dîger sesler dahî çıkarabilirler. Bunların içerisinden tek başma büyütülenler pek basît ve nâkıs kalırlar. Yine bazı memleketlerde tagannî eden kuşlardan hiç eser görülmez. Çünkü sanatlarmda mâhir olan telef olmuş, kalanları da ta'lîm ve terbiye görmemişlerdir. Meselâ loriot ta'bîr olunan sarı asma kuşu Almanya'da hiçbir zamân Alp Dağları'mn orta tarafmdaki hemcinsleri gibi tagannî etmez. Hâsılı kuşlarm tagannî isti'dâdları zamân ve mekâna göre tebeddül ediyor. Bımdan da mezkûr hâssarun dbl olmadığı anlaşılır.