guia de estambul ve varlık bilgisi34 bugün arkadaslar guia de estambul yazdı ve guia de estambul diyoki Yukardaki açıklamalarımız ilk bakışta Descarıesçı cogito’nun venlenne ters yönde ilerler gibi görünüyor. Descartes, “Ruhu bilmek bedeni bilmekten daha kolaydır” diyordu. Ve bu yoldan da düşüncenin düşünüme açık olan olgulan ile, bilgisi Tann’mn lütfuyla güvenceye alınmış olması gereken bedenin olgulan arasında radikal bir aynm yapmayı amaçlıyordu. Ve nitekim düşünüm, ilk ağızda bı-X salt bilinç olgularından başkaca bir şey keşfettirmezmiş gibi görünür. Süphe vokkibu düzlemde bedenle olan birtakım baglantılan kendi-kendilerinde içerir gibi görünen fenomenlerle karşılaşılır: “fizik” acı, hoşa gitmeyen şev. zevk. vb.
Ama bu fenomenler yine de bir o kadar salt bilinç oîgıdandır: dolayısıyla bunları işaretler haline, beden vesilesiyle bilincin edindiği duygulanımlar haline gcurme eğilimi göstenlir, ama böylece bedenin onulmaz bir şekilde bilinçten koNiıldugu-nun ve hiçbir bağın, esasen başkası-için-beden olan bu beden ile onu onaya koyduğu iddia edilen bilinci bir daha asla birleşiiremeyeceğinin farkına varılmaz,
0 yüzden buradan değil de kendindeyle olan ilk münasebetimizden, vanl dünya-ûzenndeki-varhgımızdan yola çıkmak gerekir. Bir yanda bir kendi-içinin, öte yanda da bir dünyanın, nasıl iletişim kurduklan araştmiması gereken iki ka-un halinde asla var olmadıklannı biliyoruz. Ne var ki kendi-tçin, kendt-1 aracılığıyla dünya ile münasebettir; varlık olmasını kendiliğinden olum-siEİayarak bir dünyanın var olmasını sağlar ve bu olumsuzlamamn kendi ımkân-ğm ötesine geçerek, huradakûm kullanılabılir-şeyler olarak keşfeder.
.i(.ıncleuır aeaıgırmzae, oıunan a>arr,.. lyanın bilinç karşısında karşılıklı ulcingunu ve bilincin dûnya>T persptl., ıış açısı olmaksızın temaşa euığın, h .
IAma, krıuh .O" olduAuım sOvlcdifVi Ifinmayan l'H çokln.ı çimdi.' kuşl’.ıkışi m' kıçmm ık gm'kıı Hn bardak benim için sürahinin solunda, bir
Pime için sağda, bir parça öndedir. Bir bilincin, bardağın avnı jcmc.;. nın hem .sağında lıeın de .solunda, önünde ve arkasında gibi venlm-sş..' yayı kuşbakışı seyredebilırıesi tasavvur bile edilemez. Bu özdeşlik sik;;. bir biçimde uygulanması yüzünden değil, solun ve sağın, önün ve:, kaynaşması İHinithıhUcnn ilksel bir ayırt edilmezlik içinde tastamajs.ç' melerini molive elliği içindir. Aynı biçimde eğer masanın ayağıhalût, rini gözümden saklıyorsa, bunun nedeni benim görme organlannuri J ya da birtakım yelcrsizliklcri değil, masa tarafından gizlenmeyen, da, üstünde tle, yanında da olmayan bir halının artık bu masayla türden hiçbir münasebeti kalmaması ve artık masanın varolduğu olmamasıdır: kendini buradaki veçhesi alanda gösteren kendinde ^ kimliğine geri dönecektir; mekân bile sak dışsallık ilişkisi olarak sike:^ tir. Nitekim mekânın karşılıklı ilişkiler çokluğu olarak oluşumu ar.ce;e soyut bakış açısından gerçekleşebilir: bu oluşum yaşanmış olama;,'^::^ lir bile değildir; soyut akıl yürütmelerimde bana yardımcı olması ya çizdiğim üçgen, karatahtanın üzerinde olduğu ölçüde kenarlanr4: ğet olan dairenin ister istemez sağındadır. Ve benim çabam da, çü:.nj lığı ya da desenin yetersizliği kadar bana nispeten yönünü de dikb:;:: tebeşirle çizilmiş olan şeklin somut niteliklerinin ötesine geçmekivr Böylece sırf bir dünyanın (var) olmasından ötürü, bu dûnvabiTii'; tekyönlü bir yönelim olmaksızın varolamaz. İdealizm dünyan ilişbrui: olgusu üzerinde haklı olarak diretmiştir. Ama idealizm, Netvıoncuz.' üzerinde yer aldığından bu ilişkiyi karşılıklılık ilişkisi gibi tasarlıyov yalnızca salt dışsallığın, etkinin ve tepkinin,
ıııılit) lı.-ıl'' Ki'-'leım iyi yıaııden bilimsel si.stemin içine dahil ederken, onu salı ,,jııi'llıl< hinliğiyle değil -bu mesyonun da sak nesnellik nosyonııntl.ııı daha laz-Ij bır .ııılaıııı yokiıır ama dılııya ile kökensel bir münasebet gibi, bir yer gibi, {jıişııııiıleıı hıiiııı, mııııasebellerin kendisine doğru yönlendikleri şey gibi onu ıbhılalı'i Nitekim öıııegm I leisenberg’in belirsizlik ilkesi, determinist koyulun bırgfçasn'.leşiııilmesi olarak da bir doğrulanması olarak da düşünülemez, Sade-lc. şeyler aı.ısınılakı s.ılt bağlantı olacak yerde insanın şeylerle olan kökensel munasebeiını ve dtinya üzerindeki yerini kendinde kuşatır. Bu. örneğin hareket halindeki cisimlerin hoyutlarının bu cisimlerin kendi aralarındaki hız ilişkilerim (icgtşlirnıeksizm aynı orandaki niceliklerde artınlamayacagı olgusunun yetenn-cf gösterdiği şeydir, lîger bir cismin bir başka cisme doğru hareketini önce çıplak gözle, ardından da mikroskopla inceleyecek olursam, ikinci şıkta bana yüz kez daha hızlıymış gibi görünecektir, çünkü hareket halindeki cisim kendisine doğru yer değiştirdiği cisme daha çok yaklaşmış olmasa da aynı zamanın içinde vuz kez daha büyük bir uzamı katetmiştir. Böylece hız nosyonu, hareket halın-dfkı cisimlerin verili boyutlarına kıyasla hız değilse hiçbir anlam taşımaz Ama dünyanın içinde bizatihi belirişimizle o boyutlar hakkında biz kendimiz karar vennzvebuna karar vermemiz de gerekir, aksi takdirde o boyutlar hiçbir şekilde ölmdardı, Böylece bu boyutlar, kendileri hakkında edındıg^ımız bilgiye değil, dünyanın içindeki ilk angajmanımıza görecedirler. Görecelik kavramının mükemmel bir şekilde dile getirdiği şey budur; bir sistemin içme ycrloşiirılen bir gözlemci sısiemın dingin mi yoksa hareketli mi olduğunu hiçbir deney aracılığıyla belirleyemez. Ama bu görecelik bir “görececilik” değildir: bılgjvı ilgilendirmez: dahası, bilginin bize olan şeyi verdiğini söyleyen dogmatik postülayı içerir. Modem bilimin göreceliği varlığı hedef alır. İnsan \-e dünya görece varlıklardır vevarliklarmm ilkesi de ilişkidir. Buradan çıkan sonuç uyarınca birincil ilişki in-an-gerçekh^ınden kalkıp dünyaya gider; Belirmek, benim için, şeylere olan meselemi yaymak ve bizatihi bu yoldan şeyleri var kılmaktır. Ama bunun sonucu "iarak şeyler tam da ‘'bana-mesafeIi-olarak-varolan-şeyler’'dır Böylece dünya, fl^molan ve kendisi atacılığıyla dünyanın açığa çıkmasını sağladığım bu tek-
bilgi, bakış ag.sı olmayan bilgi, dolayısıyla ila dünyanın ilke olarak da konumlanmış bilgisi |ıoııııaissaiH i' siiueel olur. Ama bunun bilen varlık bilgiden başka bıı şey olınayac'ak, ı;unku kendini nesnçjj^l larken nesnesi de kaışilıklı ınııııasebeilerm lası a mam belirsizliği silinip gidecckliı . Höylece bılj',ı yalnızca olıuunı belirlenmiş bir bakış ki angaje beliriş olabilir. Im.an geıyeklıgı iyin olmak, orada olmalıbr’ da şu iskemlenin üslünde’', "orada, şu masada’’, "orada, şu dağın yullarla, şu yönelimle, vb.". Oııiolojık bir zorunluluktur bu.
Yine de bir konuda anlaşmak gerek. Zira bu zorunluluk iki olurns^ij^ da ortaya çıkar: nitekim bir yantlan orada-olmak formu altında olmam olsa bile, olmam başlan sona olumsaltlır, çünkü ben varlığımın ieme|,| öte yandan şu ya da bu bakış açısı içinde angaje olmam zomnIuolsabıİE bütün ötekilerin dışında özellikle bu bakış açısı içinde olması olumsaldır zorunluluğu sıkıca saran bu çille olumsallığı kendı-içinin olgusallıgıdiyE, dırmıştık. Onu kitabımızın İkinci Kısnn’nda betimledik. Orada,kendi-ıçı» lirmesinin ya da temelinin ortaya çıkışı olan mutlak olayın içinde hiçi» yutulmuş kendindenin, kendi-içinin bağrında onun kökenseloluı kaldığını göstermiştik. Böylece kcncli-için kendine mal ettiği ve aslaoıtai dıramadan özümlediği sürekli bir olumsallıkla desteklenir. Kendi-i sallığı hiçbir yerde kendi kendisinde bulmaz, düşünümsel cogitoaracılı|ı| olsa hiçbir yerde onu kavramaz ve bilmez, çünkü kendı-içın her zaırd imkânlarına doğru bu olumsallığın ötesine geçer ve kendi içinde ancakü cak olduğu, olması gereken hiçlikle karşılaşır. Ama yine de olumsaldı kendi-içine musallattır; benim kendimi, hem varlığımdan baştan hem de baştan sona doğrulanamaz olarak kavramamı sağlayanda tır. Ne var ki, dünya bu doğrulanamazhğın imgesini, benimle olanleh® nasebetlerinin sentetik birliğinin formu altında geri gönderir, ren içinde görünmesi kesinlikle zorunludur. Ve bu anlamda, bıı budp abımızın İkinci Kısmı’nın son
/.,Minin w iİM^ınliin.unar düzenlenmesi olarak görünür. Dünyada-^ij,.y|.nn I-Mnl,M-- /oınnlıı ve lumu dogrulanamaz bu düzeni, belirişim onu ,„ıti(iİMİiıl l.ı v.nninı l.ıldıgı ol(,'udc ben-kendim olan ve ne kendi varlığımın le-ı,ır|ıiı' 'k hııylr',1 İm vaıIlgın lemdı olduğum ölçüde benden kurtulan dünyada-|,ı .j}'lıüıı İlli ıln.'ı nı, knıdı-ıçınin düzlemindeki haliyle bedendir. Bu anlamda l„,(|nr ııliıi(n(i//ıı>/n/nı /nı nıı/ıı/ugınum aldığı olumsal form olarak tanımlanabilir, ivıli'iı, l'''l•'lı iı.ııiılı II başkası değildir; kendi-içinin içindeki bir kendinde değil-,|it, ı.nııl'iı n /aman liri şeyi tloııdururdu. Beden kendi-içinin kendi kendisinin ı,.Ilıdı ıılıiMiııaMiı,ı yol açan olgudur ve bu olgu olumsal varlıklar arasında anga-|i-ıı|ıııır.:ı| vailık olaıak varolmak zorunluluğuyla dile geldiği ölçüde böyledir. Bu lı.ılıyk İM'ik'iı, l ımdı içinin (/mumundan ayrılmaz, çünkü kendi-için açısından V,iioliii.il' ya d.ı İm (lıımnıda olmak bir ve aynı şeydir; ve öte yandan dünya kendi i(.ıunı vaiulıışuıııııı ölçüsü ve tüm durumu olarak, beden de tümüyle dünya ılnınkjcviı Ama bıı durum salt bir olumsal veri değildir: tam tersine, kendı-pı kmliMiıc (Ingıtı (lurumun ötesine geçtiği ölçüde durum açığa çıkar. Bu ne-dfiık kendi gm beden biçbir zaman benim bilebileceğim bir veri değildir: orada, hn yerde (Meşine geçilmiş olarak durur, ancak kendimi hiçleyerek ondan kıiılııldny.ııın (dçude varolur; o benim hiçledığim şeydir. Beden, hiçleyen kendilin ı.ıı,ılınıl,m (Me.sme geçilen ve bizatihi bu öteye geçme içinde kendi-içmı yemden knvKiyaıı keııdııuledir. Kendi kendimin temeli olmaksızın kendi kendimin mntıv.i'.yıııııı ulm.ımı sağlayan olgudur; olduğumu daha olacak olmaksızın hiç olmamı, .ınıa yine de okluğum şeyi daha olacak olduğum ölçüde onu daha ola-takolııuksmıı olmamı sağlayan olgudur. Şu halde beden, bir bağlamda kendi-içinin zomnlu bir özelliğidir: bedenin bir demıurgosun keyfi bir kararının ürü-nunltlnlîu ıl.ı, ruh ve bedenin birleşmesinin radikal bir şekilde farklı iki tözün i yakınlaşması olduğu da doğru değildir; tersine, bedenin beden olmas: kla kendi içinin doğasından, yani kendi-içinin hiçlenişle varlıktan kur lıılmaMiıııı ıhınya üzerindeki bir angajman biçiminde gerçekleşmesinden kay naklimi Bununla birlikle, bir başka bağlamda, beden benim olumsallığımı açık üRDsiııır.luiui bu olumsallıktan ibareltir: Descanesçı rasyonalistler bu özellik irn rıkılcımu'kte haklıydılar; gerçekten de beden, benim dünya içindeki anğa mailimin bıroylcşınesim temsil eder. Ve Platon da bedeni ruhu bireyleştiren şey g bi)l«orııkrn haksız değildi. Yalnız, kendi-içinin kendi kendisinin bireyleşme olarak duşımup ruhun da beden olduğunu varsaymak beyhudedır.
