guia de estambul ve madde bilgileri65

 guia de estambul


guia de estambul ve madde bilgileri65 evet arkadaslar sizlere bugün guia de estambul diyorki bî'ati tammış hiç kimse yoktur ki, bu gibi mu'cizelerin mevcûdiyyetine inanmış olsun ve tabî'atin kânûnlarma mugâyir bir hâdisenin icrâ e ilebileceğine kân i' olmuş bulunsun. Hattâ Fpuprbarb'm Bizce bunlara hiç lü^ûm [155] yoktur. Feuerbach'ın îrâd ettife’ deliller pek mukru ve mükemmel olmakla berâber, diyebiliriz^ pek lüzûmsuzdur. Hangi bir dîn mü'essisi birçok mu'cizeler göstermeden zamânım geçirmiştir ve bu mu'cizeleri kendi sözlerinin doğruluğuna şâhid göstermemiştir? Hangi peygamber ve hangi velî bu kabîl hârikalar izhârından geri durmuştur? Fakat aym zamânda şunu da soracağız: Zamâmmızda kaç âlim, kaç mütefennin, belki onlarınkinden daha mükemmel ve daha şaşırücı hârikalar meydâna koymadı? Laf söyleyen ve dönen masaları, gelen rûhlan, birtakım medyûmları unutacak mıyız, ki bunlar asrımızda birtakım âlimleri büe aldatabiliyor? Fennin karşısmda o evvelkiler gibi bu sonrakiler de bozuk bir muhayyilenin cehaletle kanşnuş hâdiseleridir ve yine tabfatin kânûnları altında husûle gelirler.
"Tabfatte ne hârika ne de mu'cize vardır. Bunlar ancak birtakım hâdiselerin -sebeblerini bilmeyenler nezdinde- hâsıl ettikleri te'sîrlerdir" [156]
“Her mu'cize -eğer varsa- bize isbât eder ki, bu kâ'inâtm yaradılmasmda bir mükemmeliyyet yoktur. Her esrârh şey, bu yaradıhştaki intizâmsızlığı, noksâm ve binâenaleyh yaradanın iktidârsızlığmı isbât eder"
"Tabfatte ne tesâdüf ne de mu'cize yoktur. Ancak kânûnlar altmda husûle gelen hâdiseler vardır" 0ouvencel).
Tuhafdır ki, asrımızda ilimler ve fenler bu kadar ilerlemişken, İngiltere gibi en ziyâde terakki eseri gösteren bir memleketde Lord Palmerston ile kilise arasmda garîb bir münâkaşa cereyân etmiştir: Kilise o zamân İngiltere'de pek ziyâde intişâr etmiş bulunan koleranm önünü almak için hükümete, bir gün oruç tutmak ve du'â etmek üzere halka emir verilmesini teklif etmişti. Fakat asîl Lord, bu hastahğm intişârı birtakım tabLî sebeblerden ileri geldiğini ve du'âdan ziyâde sıhhî tedbîrlerle mündefi' olacağmı söyleyerek bu teklifi redd etmişti. Lord, kendisine dinsizlik isnâd edilmesine sebeb oldu ve kilise i'lân etti ki bu söz, [157] mühlik bir günâh ve Kâdir-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakk a karşı isyandır. Her şeyi, ancak Allahü Te'âlâ Hazretleri kendi keyfine göre yapar. Hiçbir kânûn ve hiçbir tedbîr tanımaz. Binâenaleyh
Bazı dogmatik (i'tikâdî) kitâblann beyânına göre kâ'inât bir sâ'ate benzermiş ki, Allah onu yarattığı zamân kurmuş ve bu kurmak kıyâmete kadar işlemesine kâfi imiş. Şimdi sâdece bir nezâretten başka Cenâb-ı Hakk'a vazife kalmamış. Fakat büyük natüralist Humboldt kâ'inâtm birtakım kavânînin teselsülünden ibâret olduğunu ve ânî bir yaradılışm bakıyyesi olmadığım isbât etmiştir. Fakat bu isbât yalnız bir mü'ellife has bir şey değildir. Bütün tabî'î ilimler ve tabfatin sırlarmı keşf etmek için çalışan âlimler bunu isbât için çırpmddar. Bazı ilâhiyât müntesiblerinin ve birtakım mahdûd âlimlerin birçok boş i'tirâzları tecrübe ve müşahedelerimiz karşısmda yıkılır gider, hattâ yerlerinde küçük bir şübhe büe kalmaz. Mu'ânzlarımızm itirâzlarım def etmek için birtakım [158] iddi'âları vardır ki, onları sâdece saymak kifâyet eder. Meselâ Incil'i mütâla'a edersek, orada Allah'm kâ'inâtı altı günde yarattığma dâ'ir bir kayda tesâdüf ederiz. Aym zamânda o zamândan beri "halk" fi'linin devâm ettiğini birtakım tabakât âlimleri ile berâber yine kendileri iddi'â ediyorlar.
Onlar derler ki: İbrânîlerin dîger sâhile geçebilmeleri [için] Bahr-i Ahmer'i kurutan Allah, yine insânları tehdîd etmek için Ay ve Güneş tutulmalarmı ve kuyruklu yıldızlan icâd etti. Yine İncü'in beyânma göre tarlaları leylâklarla bezetti ve gökteki kuşlarm karnım doyurdu. Fakat hangi muhâkemeye muktedir şahıs bu hâdiselerin içinde, tabî'î olan münâsebetlerden ve kânûnlardan başka bir şey görebilir ve tarlalardaki leylâklarm ve semânın kuşlarımn kendi mevcûdiyyellerini te'mîn için tabİatin hâricine çıktıklarım iddi'â edebilir? Eğer bu sûretle her ihtiyâca çâre bulmaya koşan bir Allah'm vücûdu farz edilmiş dahî olsa, tıpkı Nevvton'un inandığı gibi, onu bir sâ'ati yaptıktan sonra bazen bir tarafım, bazen dîger bir tarafım kurcalayarak, [159] bazen vidalarım sıkıştırarak, bazı yerlerini bağlayarak işletmeye çalışan bir sâ'atçiye benzetmek îcâb edecek... İşte bazı ilâhiyyât âlimlerinin bu son iddi'âları yine kendi iddi'âları ile cerh edilebilir. Çünkü mütemâdiyen Allah'm vücûduna lüzûm görmek, ilk hilkatin noksanmdan bahs etmek demektir ki bu noksan, hâlikm vukûfsuzluğunu ve iktidârsızlığını meydâna çıkarır. Çünkü nihâyet derecede mükemmel olan bir Allah'm kâ'inâtı da mükemmel bir sûrette yaratması lâzımdır ki,
tabfatin kânûnlarının değişmez olduğunu kabûl etmekle berâber bunu şimdiye kadar te'essüs etmiş olan bazı i'tikâdlarla ve bi'l-hâssa her şeye muktedir bir kuvvet, şahsî bir sûrette i hareket eden bir hâlik, hâsılı Allah fikriyle tevfîk etmek isterler. ; Bu gâyeye doğru giden birçok feylosoflar, hattâ tabî'î ilimler müntesibleri de vardır. Fakat böyle bir teşebbüsten hiçbir netice istihsâli kâbil olamaz. Ya tamâmiyle hâdise ve tecrübeleri kabûl etmeli yâhûd tamâmiyle [160] dîndâr olmalıdır. Değilse yekdiğerine tetabuk etmesi mümkün olmayan böyle ikiyüzlü bir nazariyye te'sîs edilemez. "Elektrik-i mıknâtîsî" kâşifi Oersted, "Kâ'inât ezelî ve ebedî bir zekânm taht-ı idâresindedir.
Şu kadar ki, bu zekâ ancak 'lâ-yetegayyer' olan kânûnlar vâsıtasiyle bu kâ'inâtı idâre eder" diyor. Fakat aym zamanda hem ezelî ve ebedî bir zekâyı hem de lâ-yetegayyer olan kânûnları nasıl kabûl ederiz ve bu sûret kabûl olunduğuna göre kâ'inâtı idâre eden hangisidir, kânûnlar mı, zekâ mı? Eğer bunlarm ikisini de fa'âl ve mü'essir olarak tamrsak dâ'imî bir mücâdele ve tezâddan ne kâ'inâtı ne de kendi fikrimizi kurtaramadığımız gibi, eğer zekâyı mü'essir farz etsek kânûnlarm, kânûnlan mü'essir farz etsek zekânm boşluğuna hükm etmek zarûrî olur. Dîger cihetten lâ-yetega^^er olduklarma kat'iyyen kâni' bulunduğumuz tabf atin kânûnları bu kabîl bir istisnâyı kabûl edemeyecekleri gibi herhâlde irâde edici olması lâzım gelen bir zekânm da böyle kânûnlarla hareket etmesi ihtimâlin haricindedir. Yine aynı mü'ellifden [161] iktibâs ettiğimiz âtideki cümle, kâ'inâtm birtakım değişmez kânûnlarla idâre olunması fikrinin inşânı me'yûs edeceğine i'tikâd edenlere arz olunur;
"Bunu bilmekle, yani tahFatin değişmez kânûnlar vâsıtasiyle idâre olunduğunu anlamakla inşânın rûhu dahilî bir sükûna mâlik olur. Bütün kâ'inâtla berâber kendisini de bu kânûnlarm cereyânına terk ederek bütün bâtıl i'tikâdlardan kendisini kurtarabilir. Çünkü bir inşânı en ziyâde müteessir eden şey, istediği gibi hareket etmekte muhtar olan bir âmirin irâdeleridir, malûm ve mu'ayyen kânûnlar değildir".
Aynı fikri Grove şu sûretle beyân ediyor; "Ferme dâ'ir her bilgi münevver zihinler için öyle bir istirâhât te'mîn eder ki, birçok hârikalarm bahş edeceği zevkden daha büyüktür".
"Tabî'atin ma'lûm, mu'ayyen ve değişmez kânûnlarla idare olunduğunu öğrenmek herhâlde mechûl, mütehavvil, mülelevvin birtakım kuvvetler elinde idâre olunduğunu bilmekten ziyâde inşâna itmi'nân verir" (Radenhausen). [162]
guia de estambul yazdı ve sunuyor..