guía de estambul ile madde varlık bilgisi385
bugün sizlere ben ve yine herzaman oldugu gibi guía de estambul diyoruzki kâbiliyyetli olmadıkları gibi, boş ve bî-hûdedirler deTliT^ şeyler tecrübenin fevkinde ve hayâlimizin birer fantezisi add olunabilir, hâsılı bunlar birtakım fikir ve kelime karışıklığından başka bir şey değildir. Acabâ içimizden kaç kişi hârici eşyâ ile kıyâs olunarak birtakım misâller îrâd edilmeden mücerred bir fikri anlayabilmek iddi'âsmda bulunur."En yüksek fikirler, kendi kendilerine ve tedricen husûle gelirler, onları husûle getiren şey ise birtakım hissi tecrübelerdir. Bu fikirler arasmda ancak hakîki âlemde kendisine bir misâl bulunabileni ma'lûm ve tanınmış olur" (Virchow).Bazı çocuklar nezdinde birtakım umûmî fikirler bulımabildiği iddi'âsma gelince, biz bu iddi'âyı münâkaşaya şâyân bir iddi'â olmak üzere kabûl edemeyiz. Çünkü bu kabil fikirler terbiyenin, muhitin ve göreneğin neticeleridir. Eğer ki çocuk bu gibi te'sirattan âzâde ise onda umûmî [569] denilebilecek hiçbir fikir hâsıl olamaz. Nitekim bu hâlde bulunan bir çocukta hak fikri aslâ mevcûd değildir. Bu fikir ancak çocuğun kendisine mahsûs mukâyeseler ve tecrübeler yapmağa başladığı, birtakım tehlikeler ve tahammül olunamaz hâller karşısmda bulunduğu bir zamân zuhûr etmeğe başlar. Nihâyet bir zamân gelir ki, sinni ilerler hükümet kendisini iaâ ettiği fi'llerden dolayı mes'ûl etmeğe başlar ve o zamân hak fikri tamâmiyle tezâhür eder. Şu hâlde çocukta böyle bir fikrin cibillî olduğu iddi'âsı hiçbir zamân doğru olamaz. KezâE çocuklar ahlâkiyyât ve hüsniyyâta dâ'ir olan fikirlerce de cibillî kelimesiyle tavsif edilebilecek hiçbir husûsiyyet irâ'e edemezler. Bi'l-akis kendi tabî'atlerinin ve zevklerinin garâbetiyle ekseriyyâ bizi güldürecek işler yaparlar. Hattâ "senin" ve "benim" kelimelerinin medlûlüne vâkıf değildirler.
Çalmanm ve yalan söylemenin fenâ olduğıma dâ'ir bir bilgileri yoktur. Son derece de hod-bîndirler. Hileye ve zulme isti'dâdları çoktur. Hâsılı birçok [570] cihetlerden vahşîlere benzerler. Çünkü vahşîler de tahsil ve terbiyece olan noksanlarıyla birer büyük çocuktan başka bir şey değildirler. Bu müşâbehet kat'î bir sûrette bize gösterir ki, medenî bir inşânda şiddetle te'sîr icrâ eden diğer bir hâssa vardm. O hâssa çocukluğundan sonra başlayan iffet ve hicâb hâssasıdır. Vâkı'â burada verâset dahî büyük bir rol oynar. Meselâ AvustralyalIlar ve Malenezyahlar ve Afrika'nm Andaman adasımn yerlileri
nezdinde aslâ iffet ve hicâb hissi bulunmadığını Lubbock, Ojton, Schiele vesâ'ir seyyâhlar iddi'â ediyorlar. Bu kabileler efradı çırçıplak gezerler. Yalnız tenâsül uzuvlarını bir kazaya uğramaktan vikâyeten bir şey ile örterler ve hpkı hayvânlar gibi jlenen cinsi münâsebette bulunurlar. Lorimer Finson nâm seyyahın iddi'âsma nazaran Fiji adası sâkinleri bazı bayramlar nıünâsebetiyle sokaklarda cinsi mu'âmelelerde bulunduklan gibi kendi misafirlerine de zevcelerini ve kızlarını takdim etmek âdetindedirler. Ludwig Wolfun müşahedesine nazaran yine orada tamâmiyle çıplak gezen esirler [571] vardır. Bu esirler gerek erkek gerekkadın hep böyle gezmek
mecbûriyyetindedirler. Yalnız hür olanlar başlarına birer sarık sararlar. Yine Sör Lubbock yazıyor ki: "Eski Hind ma'bedlerinin ânet ve resimlerinin delâlet ettiğine göre herhangi bir kavim hiç giyinmek ihtiyâcım hissetmeksizin epeyce temeddün edebiliyor. Kezâlik hâl-i hâzırda Hindistan'da ve Seylan adasmda iffet ve hicâb hakkmdaki fikirler bizimkilerine nisbetle büsbütün başka bir hâldedir". Şark mezheblerinden olan Ismâ'îl mezhebi tarafdârlan aslâ hicâb ve iffet fikrine mâlik değildirler. Bu mezhebde bulunanlarm esâs i'tikâdlan, nefrete şâyân ve inşâm isyân ettirici müdhiş bir kelbîlik üzerine mü'essesdir. Medeniyyet sâhasmda pek ziyâde ilerlemiş olan japonlar ahlâk ve bilgiler hakkmda o kadar muhtelif ve bize zıd i'tikâdlara mâlikdirler ki, ilk nazarda onları ahlâksız add etmemek elden gelmez.
Reinhold'un iddi'âsma nazaran bir Japon'un ahlâk dediği şey bizim ahlâk dediğimiz şeye taban tabana [572] zıttır. Bizde fubş diye takbih edilen sanat, Japonya'da meşrû bir sanattır. Hattâ hakkında kânûn yapılmış ve hükümetin nezâreti altma alınmıştır. Hem bu hâl hükümet nazarmda nasıl meşrü görülürse, â'ileler arasmda da öyle meşrü telakki olunur. Yalmz Itânûnun gösterdiği müsâ'adenin hâricinde fahişelik etmek ve lıafi bir sûrette bu işe teşebbüs eylemek en büyük ahlâksızlıklardan ma'dûddur.
"Eğer ahlâkın her tarafda ârızî bir vasf irâ'e ettiğini ve ®ütebeddil olduğunu tasdik etmezsek bu gibi hâllere bir ma'nâ ''wmek ihtimâlin hâricinde kalır" (Reinhold).
Hulâsa Liebig ile berâber insâmn tabfat ve ahlâkmm her yerde ve ebediyyen aym olduğunu tasdik etmek için bütün bu
ferdin cem'iyyet arasmda bir mevki' işgâl etmesine ve ı [573] ve tecrübe ile bu fikirleri yavaş yavaş elde etmesİHr"* ilerletmesine menûttur. Münevver ve dâ'imâ tefekküre alışuJ bir ilim adamıyla el işleriyle iştigâl eden bir amelenin fikirjgjj arasmda ne büyük farklar vardır! Târih bilen ve az çok hayâta tecrübelerini gören bir genç adâlet uğrunda büyük bir harâretle çalışırken, câhü ve tecrübesiz diğer bir genç olanca tevekkülüyle istibdâda boyun eğer. Hüsnden anlayan bir kimse bir bedi'ayı ihtirâm ile seyrederken bundan anlamayan bir kimse yine aym bedi'ayı tahkir etmekten çekinmez... Bizim bilgilerimiz kökü toprakda bulunan bir nebat gibidir. Bu bilgilerin esâsı gayr-i şahsi bir zemine cezrlerini salmış oldukları hâlde hâsselerimizin i'ânetiyle büyürler. Bir nebât topraktan çıkarmca hemân kuruduğu gibi, bizden ayrı hiçbir fikir ve bilgi dahi mevcûd olamaz.
Bunlardan anlaşılıyor ki, bizim nazarımızda kat'î hiçbir fikir, hiçbir vukûf yoktur. Her bügi ve her fikir mutlaka hâsselerimizden biri vâsıtasiyle gelir... Varsm mâ-fevka't-tabfiyyât ulemâsı boşu boşuna "mutlak" ve "mücerred" [574] kelimelerini ta'rif edip dursunlar! Dinler yine aynı beceriksizlikleriyle birtakım ilhâmlardan bahs etsinler! Şurası muhakkaktır ki hiçbir fikir, hiçbir zamân cibilli olamaz. Bütün bildiklerimiz ve fikirlerimiz ânzi ve birer mukâyese mahsûlüdür. Biz bu mukâyeseyi bizi ihâta eden muhtelif şeyler arasmda icrâ ederiz. Ziyâ olmasaydı karanhğa dâ'ir hiçbir fikrimiz olmazdı. Eşyâ muhtelif cesâmette olmasaydı küçüklük ve büyüklüğü bilemeyecektik. Harâretin derecesi tahavvül etmeseydi sıcaklık ve soğukluğa dâ'ir de bir fikir elde etmenin imkâm yoktu, işte bu da bize anlatıyor ki, hiçbir bilgi kati değüdir. Biz hiçbir zamân ebediyyet, ezelîyet, nâ-mütenâhiyyet fikirlerini hakkıyla idrâk edemeyiz, çünkü zekâmız, hâsselerimizin hudûduyla mahdûd olduğundan zamân ve mekân içinde dâ'imâ geçilmesi mümteni' mâni'alara tesâdüf eder. Hâlbuki biz his olunan âlemde dâ'imâ bir sebeb taharrisini âdet etmişizdir. Nerede bir hâdise görürsek ona bir sebeb ararız. Bu âdet bizi sebebini bilmediğimiz
Hâlbuki böyle bir tasavvur fen ve tecrübe ile taban jjbana zıddır.
"Aym sebebden husûle gelen ayru hâdiseleri oldukça jıflhin' bir adedle iş'âr edebilmek kâbildir. İşte bu kâ'ideden telaûlkâ'inâtm dahî bir sebebden husûle geldiği neticesi hâtıra gelmiştir. Fakat böyle bir kaziyyeyi tasdik mümkün değildir. Her mevcûdun bir menşe'i olmak mutlakâ kâ'inâtm dahî jjenşe'i olması kâ'idesini intâc edemez. İşte biz bu esâsa tinâ'en mâddeyi ve mekâm ezelî ve ebedî olmak üzere kabûl eti" (Czolbe).
Hiçbir fennî hâdise yoktur ki, bize cibillî fikirlerin, j'iâdlann ve bilgilerin mevcûdiyyetini kabûl ettirebilsin. Ve fikirlerin i'tikâd ve bilgilerin Allah tarafmdan verilmiş velev en küçük bir kanâ'at hâsıl eylesin! Tabaat, ne hedef ne niyyet ne de mâddî ve ma'nevî hiçbir şart tanımaz, labfate hâricden, yüksekten ve Allah tarafmdan verilmiş hiçbir te'sîr yoktur. Baştan nihâyete kadar tabfat denilen şey kendi lendisine inkişâf eder. Layenkaü' [576] inkişâf eder. Bu bâbı bitinnek için Moleschott'un pek meşhûr olan şu sözlerini aynen Mbâs ediyoruz:
"Mekteblerde genç çocuklara tahsil ve mütâla'ayı gâyet müşkil bir şekilde arz ederler, çünkü muhâkeme ve fikirleri haidkate tevfikan teşrih etmeği herkes bilmez. Bu usûlün fenalığından dolayı şâkirdin fikri birtakım bâtıl ve hayâli cihetlere doğru sevk edilmek istenilir, onlara fikirlerin ulvî ve İlâhî olduğundan bahs olunur. Bu sûretle zavallı çocuklar, hakikate doğru gidecek yerde birtakım hayâller ve
Cibillî fikirlerin mevcûd olmadığını tasdik ettikten sonra Allah fikrinin de bir hatâdan ibâret olduğu kendi kendine tecelli eder. Yani şahsî, fevka'l-âde muktedir, tab^atin hâlila müdîri ve muhâfızı olmak üzere bir Allah'm vücûdu büyük bir hatâdan başka bir şey değildir. Husûsiyle böyle bir fikrin bir tabfî sevk hâlinde inşânda mündemiç bulunması hiçbir nokta-i nazardan müdâfa'a olunamaz bir iddi'âdır. Bu nazariyyeye tarafdâr olanlarca hiçbir kavim, hiçbir ferd, hattâ hiçbir vahşî yoktur ki, kendisinde Allah fikri bulunmamış olsun, onlarm iddi'âsma göre en kaba âdetâ hayvândan fark olunamayan vahşî kabîlelerde bile âli, şahsî ve yegâne bir halik fikri mevcûddur. Hâlbuki hiçbir tarafa mensûb olmayan bir mutarassıd, değil vahşî kabîlelerde, hattâ oldukça mütemeddin birçok kavimlerde [578] bile hâlin tamâmiyle aksi olduğunu söylüyorlar. Birtakun tüccarlarm, feylosoflann, gemicilerin, misyonerlerin umûmî ve müşterek olan şahadetlerine istinâd ederek birçok kavimlerde yalnız Allah fikrinin mevcûdiyyetini değil, hattâ en ehemmiyyetsiz bir dîn ve i'tikâdm bile vücûdumu inkârdan kolay bir şey yoktur. Bu delillerden soma şurasmı da söylemek mecbûriyyetindeyiz ki, birçok feylosoflaı ve tabfiyyât âlimleri dîn ve bi'l-hâssa Allah fikrinin insâniyyete mahsûs olduğumu iddi'â ediyorlar. Şu hâlde bu iddi'âyı bizim delillerimizle karşılaştuarak ya tamâmiyle mecrûh olduğunu söylemek yâhûd birçok insânlarm inşândan gayri birer mahlûk olduklarma hükm etmek îcâb eder.